Her yüz âşinâ bize. Bunca duygu hâlinin kaynaştığı çehrelerde tanıdık duygular hâkim. Aslında hiçkimse yabancı değil. Bir yerde buluşuyoruz. Asla mutlak anlamda bir yabancılık hâlinden bahsedemeyiz. Çünkü yabancılık çok itibarî bir hâldir. Yabancı olduğumuz biriyle bir an çok derinden bir samimiyet kurulabilir. Tanıdığımızı zannettiğimiz birisiyle arada derin bir yabancılık oluşabilir. Bu yüzden yabancılığın çok itibarî olduğunu, aslında en temelden başlayarak arada çok derin bir bağlantının olduğunu görebiliriz.
Aynı durumun zamanlar ve mekânlar için de geçerli olduğunu söylemek isterim. Bazen o ânı önceden yaşadığımızı derinden hissederiz. Hâlbuki hayatı bedenden ibaret zanneden modern telakkide bunun imkansız olması gerekirdi.
Demek ki, yaşamak dediğimiz şey bu dünyadan ve bu bedenden ibaret değil. Biz duygu ve düşünce hâline gelmiş tecrübeler bütünüyüz. Bunun da sayısız, hesapsız zamanlar içerisinde insana verildiğini baştan kabul etmek gerekir.
Sözün özü bize âşinâ gelen şeyler yaşamın kadim ve bir bütün olduğunu ifade eder. Fakat bunun bir insan yüzünde de böyle olması daima ilgimi çekmiştir. Hiç tanımadığım birini gördükten sonra onunla âşinâlığın öteden beri var olduğunu düşünmek bana ilginç geliyor. Bence bu durum en özdeki birliğin bir yansımasıdır. Malzemesi aynı olan varlığın insanda buluşmasıdır. Özümüz bir. Öz bir olmayınca yüz âşinâ olabilir miydi!