Artık başkasına göstermek için yaşanan mutlulukların, beğeni toplamak için paylaşılan şeylerin, birinden onay alınmak üzere gösterilen tavır ve davranışların insanı huzursuz eden kuru yüklerden, gereksiz ağırlıklardan olduğunu düşünmeye başladım ve "başkası" fikrinin olmadığı zamanların içten içe ne kadar dolu yaşandığını fark ettim. Bu sebeple huzur ihtiyacıma; farkına varmadan gönlüme, vicdanıma danışarak cevap vermeyi öğrendim giderek. Mesela bir akşam vakti bana derin bir mutluluk yaşatacak şeyin ne olduğuna içimden yükselen sesin anlamına göre karar veririm. Bu bir yürüyüş olacaksa durmaz yürürüm. Geçeceğim yollara, duracağım yerlere gönlümün talebiyle yönelirim. Bunun giderek bende ontolojik bir huzur hâli meydana getirdiğini, içimin yaşamak enerjisi ve bir dinginlikle dolu olduğunu görünce anladım.
Her insan gibi benim de dertlerim var elbette. Belki normal bir insanınkinden biraz daha fazla... Ama bunlar o derin mutluluk hâlini gölgelemiyor. Belki biraz daha derinden yaşamama yardım ediyor. Gelip geçici heveslerle vakit öldürmek, insanlığıma zarar verecek eylemlere girişmek yerine ben bu hayattan çekip gidince bana kalacak olan şeylere yönelmemi sağlıyor bu dertler.
Yıldızlara bakmak, sessizliği dinlemek, uzun süre yürümek, bir tefekkür hâlinde olmak elbette insanı daha bir yalnız kılıyor fakat onun kendi mutlak vaziyetini anlamasına da yardımcı oluyor bunlar. Bu insan uçuk kaçık, gerçeği görmezden gelen, haddini bilmeyen, başkalarına rahatsızlık veren hâllerden, durumlardan hemen her yerde kaçınır olur ve insanlar arasında olmak onun muhteşem yalnızlığını özlemesinden başka bir şeye yaramaz.
Genelde bu hâl ile o derin, sakin, kuşatıcı, vicdanımı bana giderek daha hâkim kılan, bütün olaylara ve yaratılmış şeylere bir tefekkür penceresinden bakmamı sağlayan o yalnızlığa içten içe yöneldiğimi ve hayatıma yön veren duygunun da bu olduğunu biliyorum artık. Fakat onun da beslendiği şey benim irademin dışında zaten hep var olan arayışlarımdır.
Ruhum elbette huzur bulacağı o bilinç hâlini arıyor. Ben ne yaparsam yapayım o, uzak düştüğü cennetin aslında bir bilinç, muhabbet ve anlama hâli olduğunun farkında ve sanki bedenim visâli arayan özümün kullandığı gelip geçici bir cisimden ibaret bu dünyada. Her zaman öyleydi de o gerçeği bu fasılda unuttuk biz. Ruhun kendi gerçeğini aradığını yeniden hatırlamak hakikaten çok zahmetli bir iş fakat hayat her hâlükârda bunu yaşamaya, bunu anlamaya ve anladıktan sonra da bunun için var olmaya değer...
İşte bu kendimiz için, özümüzden yükselen anlam arayışını bir huzur iklimine yönlendirmek için yaşamaktır. Bir başkasının göremeyeceği bu huzur hâlini ifade etmeye çalışmak insanın kendisine zulmetmesinden başka bir şey değildir. O yüzden gerçek huzur sahiplerinin bir başkasına söyleyecek sözü, anlatacak hikâyesi yoktur.