Üniversitelerin her şehre kurulduğu zamanlardan beri buralara önemli miktarda akademisyen alındığı görülür. Türkiye’de üniversitelere alınan öğretim elemanlarının alınmasında kriterlerin ne yazık ki objektif olmadığını bu kurumların son zamanlarda büründüğü vaziyet net bir biçimde göstermektedir.
Bu çevrede dolaşan bazı söylentilere göre para vererek doçent olanlar, tezlerini para karşılığı yaptıranlar, sonu olmayan intihal vakaları, bazı akademisyenlere uygulanan mobbingler, kendine yakın bulduğu kişiyi akademik kadroya almak için referans adı altında yapılan torpiller, liyakatsiz ve yetersiz kimselerin önünde hiçbir engelin bulunmayışı, öğrenciye yaptırdığı tezi sahiplenerek buradan makaleler ve kitaplar çıkaranlar, akrabalarını üniversitelere hiçbir kriter olmadan dolduranlar vb. durumlar üniversiteleri bilimsel kurumlar olmaktan çıkarmış ve bu camiayı bir zihniyet ve ahlak buhranıyla karşı karşıya bırakmıştır.
Üniversiteler bu sebeple artık bilim adamı yetiştirme endişesi taşıyan kurumlar olmaktan çıkmış durumdadır. Bazı istisnai örnekleri bulunmakla beraber akademisyenlerin önemli bir kısmı bulundukları makamları işgal etmekten ve liyakatli insanların önünü kesmekten başka hiçbir işe yaramamaktadır.
Bir kere üniversitelerde ciddi bir ahlak buhranı vardır. Maksat bilim yapmaktan çıkmıştır. Gösteriş olarak yapılan şeylere yapılan itirazlar ve çalışılan konularda öne sürülen orijinal bakış açıları görmezden gelinmekte, bunlar sükût suikastına uğramakta ve Türkiye’nin bilimde ortaya koyması gereken performans bu garabet tavırlar yüzünden heba olup gitmektedir.
Üniversitedeki akademisyenlerin önemli bir kısmı yazan ve üreten insanlardan hiçbir şekilde hoşlanmamaktadır. Çalışkan insanların önünün her hâlükârda kesilmeye çalışıldığı, dedikodunun alıp başını yürüdüğü bu kurumların birçoğuna yönelik genel bir bakış açısıyla dahi derhal tespit edilebilir. Özellikle son zamanlarda yaşanan torpilli akademisyenler Türkiye’nin günümüzde ciddi meselesi olduğu gibi gelecekte de bunlar büyük bir olmaya devam edeceğe benzemektedir. Ülke, isimlerinin başında “prof, doç., dr.” gibi unvanlara bakarak “bilirkişi” sandığı bu türden akademisyenlerin beyanlarını bir yerde ciddiye almak durumundadır. Bu da danışma mercilerinde hizmet kalitesinin düşmesine ve devlet kurumlarının zarar görmesine sebep olmaktadır.
Türkiye’de eğitimdeki ve üniversitelerdeki krizin temel sebebi bu türden akademisyen ve memurlardır. Eğitimde karşılaştığımız ciddi problemler her geçen gün büyüyüp giderken aslında yetiştirmesi gereken insanlar ve bizzat üretmesi gereken fikir ve bilgilerle meselelerimize çareler sunması gereken bu zümre, ülke problemlerine hemen hiçbir şekilde işe yarar mahiyette bir karşılık verememektedir. Üniversite yaptıkları ve yapmadıklarıyla ülke meselelerinin üzerini örtmektedir.
Akademik camia bu hâliyle Batı’nın oldukça kötü ve yetersiz bir kopyası durumuna düşmüş ve kısır bir döngüye girmiş durumdadır. Bunda da bilim adamı yetiştirmede artık hemen hiçbir kriterin olmaması, torpilin bu camiada alabildiğine yaygınlaşması, bilimsel faaliyet adı altında yapılan çalışmaların hemen hiçbir derinliğinin olmaması, akademisyenliğin sadece sosyal bir statü ve refah dolu hayata giden kestirme bir yol olarak algılanması gibi durumların etkili olduğunu düşünüyoruz. Bütün bu mevcut haller ve yaşanan problemler artık bu zümreyi “akademik zihniyetin çöküşü” perspektifinden incelemek zorunda olduğumuzu göstermektedir.
Burada üniversitelerin can alıcı bir sorunu daha ortaya çıkmaktadır. O da “akademik ahlak”ın artık bu kurumlarda kaybolmaya başlamasıdır. Maalesef Türkiye’deki üniversitelerin seviyesi donanım bakımından yetersiz akademisyenler yüzünden hemen her gün düşmeye devam etmekte ve hakiki anlamda bilim adamları yetişememektedir. Maalesef belli başlı ideolojik görüşlerin, siyasi grupların ve cemaatlerin “arpalığı” durumunda kalan üniversiteleri böyle durumlardan ve bu tipteki akademisyenlerden kurtarmak artık elzem gözükmektedir.