Yürüyüş, bir arayıştır. Bedenin ruhu, maddenin mânâyı, düşüncenin duyguyu aramasıdır yürüyüş. Yürüyen bir insan, bence evrenin bizden istediği mânevî bir bütünlük hissini duymaya başlar. Çünkü insanın bir sonsuzlukta yüzdüğünü anlatan fiillerin başında yürümek gelir.
Yürüyüş bu hâli aramaktır. Evrenle bir ve bütün olduğumuzu duymaktır yürümek. Doğaya zarar vermeden yapılan yürüyüşler insanı, aradığı derin bir iç huzuruna sevk eder. Evrene zarar vermek, insanın kendine zarar vermesi, kendini incitmesi demektir. Yürürken bundan kaçınmalı insan. Çünkü yürüyüşün bir arayışa dönebilmesi için bu gereklidir. Arayış, benliğimizin o bütünü duymak isteyişidir. Çünkü insanın yaşama motivasyonunun en önemli kaynağı kaybettiğimiz o bütünlük hâlini arayıştır aslında. İnsanî bütün eylemlerin başında ve temelinde ben bu arayışı görmekteyim. Bunu yürürken biraz daha derinden duyarız.
Yürüyüş bir arayıştır. Çünkü cennetten kovulan ve bu yeryüzüne gönderilen ilk insanlar yürüdüler ve aradılar. Eminim yiyecek, içecek ve barınak bulmak için yürümediler. Kaybolan vahdet bilincini, o idrak hâlini yani cenneti yeniden elde etmek için yürüdüler.
Yürüyen ilk insanlar arayan ilk insanlardı. Yürümek o sebepten varlıkla yoğrulan bedenimizin ruha dönük bir hamlesi olarak ortaya çıktı ve bizde derinleşti. Yürüyüşün bir arayış olmasının temelinde dünyaya gönderilişin hikmetini aramak yatar. İlk insanlar böyle yaptılar. Eminim son insanlar da böyle yapacaklar. Dervişler, seyyahlar, filozoflar, şâirler, âşıklar daima yürüdüler, onu bir meslek gibi kabul ettiler. Daha da önemlisi insanlığa kaybettiği cennetinin yolunu göstermek üzere gönderilen peygamberler ve onların mirasını yaşatan insan-ı kâmiller de yürüdüler.
Öyleyse diyorum ki, dinler, bilgelikler ve çeşitli mektepler nasıl ki insanlığa bırakılmış evrensel miraslardır, yürüyüş de öyledir. O, bilgeliği giden yolda arayışlarımıza hâlâ çok kıymetli bir mahfaza olmaya devam etmektedir.