Yağmur öncesinde toprağın ve bitkilerin burnuma dolan kokularını tefekkür ediyorum. Yeryüzünden göğe yükselen kokular bizi biraz durmaya ve onların üzerinde düşünmeye sevk ediyor. Varlık kendinden yükselen bunca kokuyla bir mesaj vermek istiyor gibidir. Ancak bunun ne olduğunu tam olarak çözebilmiş değilim.
Yağmurun hemen öncesinde bu kadar derinden ve şahsiyetinin en ince çizgilerini haber verircesine kokular yayan ağaçlar, çiçekler, çeşit çeşit otlar ve toprak özünde sakladığı hatıraları hatırlatmada pek mâhirdir. Geçmişi, hatırayı ve köyün havasına sinmiş hatıraları bu kadar güçlü bir şekilde duyuran başka ne vardır?
Kokulara bürünüp de bize gelen yine bizim geçmişimiz, bizim anılarımızdır. Çünkü her birini duyduğum vakit hafızam beni hatırlamakta bile zorluk çektiğim yaşanmışlıklara götürüyor. Öyleyse dimağımıza dolan kokular da bizden ayrı şeyler değildir. Onların bize geçmişi hatırlatmak gibi bir görevi vardır. Kokular ansızın duyulup da geçmişe dâir şeyler zihne ve kalbe dolmaya başladığı vakit geçmiş pılını pırtısını toplayıp şimdiye gelir. Geçmiş ve şimdi arasında bir koridor açılır sanki. Oradan maziye bakarak yaşadığımız acı tatlı günlerin âdeta yaşanmaya devam ettiğini duyarız. Anlarız ki, geçmiş yaşanmış fakat bitmemiştir. Derin bir zaman fikriyle o, bizde durmaksızın yaşanmaktadır.
Belki de bu âlemde yaşanmış ve bittiğini zannettiğimiz şeyler bir başka âlemde birikmekte, aynen yağmur öncesinde toprağın ve bitkilerin kokusunu duyarken olduğu gibi bir hatırlama deminde zihnimize dolmaktadır. İşte bu kokular tıpkı sesler gibi hatırayı muhafaza etmişler ve bunu yağmurun hemen öncesinde bize göstermişlerdir.