Ulaşmamız gereken duygu zenginliği maddî refah, konfor ve rahat yaşamak gibi algılandı uzun bir zaman. Bizi yoran, üzen, zorlayan şeylerin varlığımızı tehdit ettiği yanılgısına düştük. Hâlbuki insan en zengin duyguları böyle vakitlerde tadar.
Hiç dikkat ettiniz mi bilemiyorum. En çok hatırladığımız vakitler yorulduğumuz, duygusal yorgunluk yaşadığımız ve dâimâ hareket hâlinde olduğumuz zamanlardır. O yüzden konfor bize hatırlamaya değer zamanları vermez. Var olmak ve hatıra biriktirmek bir yerden sonra bedel ister. Çalışan insanlar ve ekmeğini alın teriyle kazananlar neden daha mutludur? Çünkü yaşadıkları hayatı anlamlı bir şekilde var ettiler. Yedikleri bir lokma ekmeğin ardında yaşanmış bir hayat, tecrübe edilmiş zamanlar vardır.
Şimdi buradan geniş kalabalıkların neden mutlu olamadıklarının cevabına bir bakabiliriz. Çünkü hayatın içten içe ve duyguyu, düşünceyi besleyen bir çalışkanlıkla değil sosyal medya yalanlarıyla, kısa yoldan köşeyi dönmeyle ve gösteriş budalalığıyla yaşanacağını zannediyorlar. Eskilerin "Yalanın binası olmaz!" diye bir sözü vardır. İçi doldurulmamış sözler ve yaşanıyormuş gibi gösterilen hayatlar er geç elimizde kalır. Hayatı yaşamak ise mânen var olmayı, hayata tecrübe ederek anlam vermeyi gerektirir. Elindeki telefona bağlı yaşayan, dur durak bilmeyen bir ihtirasla daima tüketen ve tükenen biri nerede ve nasıl var olabilir! İhtiyacı hiç bitmeyen insan var olmaya vakit bile bulamaz. İnsan dünyada sahip olduklarıyla var olabilseydi ölüp giderken bunları da yanında götürürdü.
Huzursuzluğumuzun temelinde iç dünyamızda var olamayışımız yatıyor. Çoğu hayatlar gösterişin elinde toz gibi savruluyor. Kişiliğimize dâir zihinlerde ve sosyal medyada inşa ettiğimiz algı çok sahte bir şeydir. O var olmak demek değildir. İyiliğimiz, güzel niyet ve düşüncelerimizle insanlarda bıraktığımız derin ve güzel izler gerçekte var olmaktır. Bu yüzden gerçek varoluş sevgide, saygıda, merhamette, hayatı anlamlı yaşamadadır.