Memlekete geldim. Yapraklar sararmış, mesafeler türlü renklere bürünmüş. Bunda yazılacak ne var, diye düşünebilir insan. Çok şey var. Sonbahar her türden tecellisi ile bize yaşamın var olduğunu ve hayattaki canlılığı anlatır. Bir bahar mevsiminde olduğu gibi tabiatın canlandığını izlediğiniz vakitlerdeki gibi değil elbette. Bir zamanlar yaşayan, yemyeşil, capcanlı yaprakların, otların, ağaçların aldığı renkleri ve yeniden toprağa dönerkenki hâlleri itibariyle izlenir yaşamın kımıldamışları...
Öyleyse sonbahar her görünümüyle bizi tefekküre davet ediyor. Her yıl yeniden geldiğine göre bu mevsim bizim bu eşsiz renk cümbüşünü yeniden hatırlamamızı, onu düşünmemizi bekliyor. Ben de acizane öyle yapmaya çalışıyorum. Memleketime geldiğim vakit bu her yeri kaplamış, üzerine belki konuşulmuş ama yazılmamış, sevilmiş fakat türküsü söylenmemiş dağları, ormanları, ağaçları yazılarla, şiirlerle tespit etme sevdasına düşüyorum. Çünkü aldığım her nefeste gönlüme sayısız hatıralar doluyor. Bakakalıyorum öylece. Bu yaşarken bizleri büyüleyen güzellik, kaybolup giderken içimize nasıl işleyebiliyor? Yüce dağlar, gür ormanlar, yapraklarından soyunmuş ormanlar elbette bize bir şeyler söylüyorlar. Bunca mânâyı anlamak elbette kolay değil. Gönlüme dolan o kadar duyguyu bir şekilde sakinleştirip onları anlamam gerekir. Ben de bunu böyle yapmaya çalışıyorum.
Görünmeyen, şekilsiz, elbisesiz bu kadar duygunun bu mevsimde bir hüzün hâlinde gönüllere dolması asla tesadüf değil. Bunca canlı kısacık ömrüne bir fasıla verip kızarıp bozarırken, o bütün bir hayatiyet toprağa, göğe, suya dağılırken sergilenen ihtişam görülmeye değer.
Biz her sonbahar bu güzelliği yeniden ve yeniden seyre duruyoruz. Yeniden anlamlandırılması gereken kelimeler gibi yeniden hissedilmesi gereken mevsimler bunlar.
Sonbahar, yaşanmış zamanların, o kadar canlılığın çekip gittiği bir göç mevsimidir. Hüznün sebebi budur. O, giderken geride bir dolu hüzünlü hatıra bırakır. Ortada dolaşıp duran o kadar duygu ve düşünce gelir de onu yürekten duyanın gönlünde karar kılar.