İnsanlara ne verdiğine bak bazen. Ne takdim ediyorsun onlara? Mutluluk mu, hüzün mü? Herkesin derdi kendine yeter. İnsana sevinç ver, müjde ver, mutluluk ver... Bir yaralı yüreğe ne iyi geliyorsa onu ver. İnsanları mutlu etmeyi sev ve tercih et.
Sonsuz bir gurbetin sahibi olan bu insan kolay üzülür, fakat çabuk sevinir. Bir iltifatta bulunamıyorsun bir tebessüm ver. Gönülden gelerek hâl hatır sor. Geçerken selam ver. Onu da veremiyorsan konuşa konuşa ağırlık verme. Güzel şeylerden söz et ona... Can sıkan konulardan uzun uzun bahsedip yüreğine ağırlık koyma. Zaten gülümsemeyi unutanlarımız hayli fazla. Çabuk soluyor gülüşlerimiz.
Bakışlara dikkat edersen bin bir tereddütle yüklü. Çoğumuzun gözlerinde ilk beliren hep hüzün hâlidir. Buradayım ama niçin, der gibidir herkes. Varlığa ve yaşamaya dâir temel bir mesele var içimizde. O yüzden sevinçler de uzun müddet devam etmiyor. Her türden zevk ve haz, denize düşenin tutunduğu can simidi hükmünde. İçinde yüzdüğümüz derya ile barışık olmayı düşünmüyoruz. Böylece dalıp batıyoruz hüzünler deryasına dâimâ. Çünkü derin bir gurbetin içinde olduğunu bilen ruhumuzun hüznü bu. Silinmez, kaybolmaz. Huzuru dışarıda aramak onun her türden talebini bastırmak demek. O yüzden huzursuz bu insanoğlu. Kendine döndüğünde aradığı şeyin ne olduğunu da bilecek. Bunu ona hatırlatmada yarar var. Üzmeden, incitmeden, gönlünü yıkmadan... Zaten arayışın içinde perişan olan gönülleri bir de bizim alabora etmemize ne gerek var! Yardım et, sen de yardım iste... Muhabbeti talep et, sev ve sevil... Gerisi ha varmış ha yokmuş...