Evler birbirine yakın, fakat insanlar birbirine uzak. Şehirler, fizikî yakınlığın beraber olmak demek olmadığını anlatmak istiyor gibi. Yanımız, önümüz, sağımız, solumuz insanlar ve evlerle dolu. Fakat herkesin yüzünde okunan şey derin bir yabancılaşmadan ibaret.
Bunun, insanın kendisine yabancılaşmasının bir sonucu olabileceğini düşünüyorum. Hep tedirgin yaşayan insanların hâlini başka nasıl açıklayabiliriz! İnsanlar, mekânda bir araya gelince buluşmuş, kaynaşmış olmuyorlar. Duygudan ve düşünceden örülü duvarların arkasından acayip nazarlarla birbirlerini seyrediyorlar.
İnsanın o hemen birileriyle kaynaşmak, konuşmak, muhabbet etmek isteyen yönü şehirlerde giderek derinlete çekiliyor. İnsan, insanı tanımıyor; insan insanı anlamıyor.
Bunun adına derin yabancılaşma desek herhalde yanlış olmaz. Bu yüzden yeni yaşam tarzı hayatımıza pek boşluk bırakmayan bir yoğunluk getirmekle beraber mutluluk getirmedi. Şehirler de insanlara mutluluk getirsin diye kurulmadı.
Her yeri kaplayan betonun insanın duygularını da katılaştırdığını, istila edilen yeşil alanların ruhu tedirgin ettiğini, kesilen ağaçların gönlü hüzne boğduğunu göremeyecek biri var mı?
Derin bir yabancılaşma yaşıyoruz. İnsanlar bu yalnızlığı gidermek için internetin sonsuz dehlizlerinde geziniyorlar. İnsanlık orada da kendini kaybetmiş gibi. Görelim neler olacak. Şu derin yalnızlık hissinden bir gün kurtulabilecek miyiz?