Dağları seyrederken gönlüm genişliyor. Yüreğim dünyanın derdiyle dolsa da rahatlıyorum. Hele bulutların yere indiği, dağlara dokunuşlarıyla nefis manzaralar ortaya çıkardığı vakitler hayran ola ola dağları seyrediyorum.
Şu muhteşem güzellikleri seyreden yeryüzünde bir ben miyim?
Nedense bana hep öyle gelmiştir.
Bu güzelliğin, heybetli dağların gönüllerde uyandırdığı duygular tefekkürün derinlerine uzandığımız zamanları getirir bize. Herkes gökyüzünün yeryüzüne indiği bulutlu bir günde, dağların zirvelerine dokunan dumanı seyredip uzunca vakit düşünse, şu muhteşem tabloyu aynen bir tecrübe gibi varoluşunun en derinlerine saklasa, ne iyi olurdu!
Dağları, yaylaları, ormanları seyretmek gönle iyi geliyor. Bence onlar şu yeryüzünün insanoğluna aziz birer ikramıdır.
Yolda giderken gökyüzünün ve dağların muhteşem beraberliği beni bir müddet durmaya ve onları seyretmeye çağırıyor. Ben bu davete uyuyorum. Duygularım bana bunun derin bir davet olduğunu söylüyor. Bence insanlar bu çağrıyı duymalı ve gönül genişleten o muhteşem manzaralara bırakmalılar kendilerini.
Dağlar, zirveler, göğün derinlikleri, bulutlar, sis ve yağmur… Bunlar insana yaratımın güzelliğini ve ihtişamını duyururlar. İnsan da tefekkürle onları kendi iç âlemine dahil eder. Doğa, sevgi dolu ve tefekkür hâlindeki bir insana güzelliklerini sunmada çok cömerttir. İnsan ve tabiat, bit güzellik ve düşünce hâlinde buluştuğunda bu kadar varoluş ve yaratım da maksadına ermiş demektir.










