İnsan maneviyatını en iyi ifade eden kelimelerden birinin deniz olduğunu düşünüyorum. Biraz hırçın, bazen sakin, bazen dingin bir deniz anlatıyor bizi en çok. Denizin görünen yanı derhâl kaybolduğu veya değiştiği gibi insanın belirli hâlleri de içindeki denizde yitip gidiyor çoğu zaman. Bir Karadeniz hâli gibi bu. Kararsız, bazen bulanık, çoğu zaman coşkun, kimi zaman da sakin.
İnsanı bu kadar net anlatan başka hangi kelime vardır. Bu yüzden ben Karadeniz'le özdeş olduğumuzu düşünürüm. Bu köpüklü sular benmişim, bu uzayıp giden mavilik benim içimdeymiş gibi. Bazen coşkun bazen sakin olan Karadeniz'iz biz.
Denizin kendini arayan bir insanın hâli olduğunu düşünüyorum. Erenler vahdeti denizle ifade etmişler. Bu misâl âleminde deniz, vahdet demek oluyor yani. Böyle olduğu hâlde bu deniz niye böyle dâimâ coşkun ve taşkın olur?
İnsanı denizle özdeş düşünmemin sebebi de burada gizli. Bizim de içimizde bir vahdet hâli var. O birlik ve bütünlük hâli içimizde mevcut. Buna rağmen coşuyor, köpürüyor, çalkalanıyoruz. Çünkü içimizdeki vahdetin idrakine henüz varamadık biz. Eğer onu öyle idrak edebilseydik hüzünlenir, arar ve bunalır mıydık? Bazen Karadeniz'in de bizler gibi temsil ettiği hakikatten habersiz olduğunu düşünüyorum. Eğer haberi olsaydı biz onu daha dingin bir deniz olarak seyretmez miydik!
Burada belki bu coşkunluğun o vahdet hâlinden ayrı olduğu zannı yatıyor. Şimdi şu deniz dile gelip "Ben, bunu bildiğim için böyle coşkunum!" dese biz ona ne diyebiliriz? Haklı olduğunu söylemekten başka bize ne düşer?
Karadeniz'in kıyısında bugün onu seyrederken böyle düşüncelere dalıyorum. Düşüncelerim onun dalgaları gibi ne kadar gelgitli olsa da bugün denizle beraber olmanın tadını çıkarıyorum.