İnsan her türden ifade şeklini kullanarak kendini anlatabilir. Eylemlerimiz, sözlerimiz, görünüşümüz, niyet ve düşüncelerimiz kendimizi farklı yollardan ifade edişimizdir. Özün saklandığı ve gerçek niyetlerin bilinemediği zamanlarda sözün de bir değeri kalmamaya başlar. Sözün değerinin düşmesi insana verilen değerle ilgili bir durumdur. Böyle bir durumda insan, kişinin sözlerine değil; yaşayışına, niyetine, yaptıklarına bakar.
İnsanların hâllerinden ve yaşayışından kendilerine ısrarla şu soruyu sorduklarını görüyorum:
Ben kimim?
Herkes kim olduğunun peşinde bu dünyada. Bu soruya anlamlı bir cevap aramadayız birlikte. Bu sonu gelmeyen hareketliliğin, kelimeleri tükenmeyecek gibi duran konuşmaların, bazen amaçsızca yaptığımız eylemlerin temelinde hep aynı endişe vardır. “Biz kimiz?” Biraz dikkatle durduğumuzda insan yaşamının türlü görünüşleri altında bizi bu sıcacık sorunun beklediğini görürüz. Fakat dikkatimizin daima dışarıda olması yüzünden biz bu soruyu ısrarla görmezden geliriz. Onun verdiği ıstırabın sızısını dışarıda oyalandığımız şeylerle gidermeye çalışırız.
Gösterişe düşkün insanların hayatlarında sosyal onay oldukça önemli bir yer tutar. Halbuki insanlar tarafından onaylanmayı beklemek temelde derin bir zayıflıktır. Bu, vicdanımızdan yükselen sorulara gösterişle ve maddenin insana tesir eden yanıyla cevap vermeyi denemektir. Halbuki yalnız kaldığımız vakitlerde kelimelere, cümlelere sığmayacak kadar derin anlamlar yükselir içimizden. Hayatı neden yaşar insan, bunca cümbüşün sebebi nedir, ölüm varken yaşamın anlamı nedir, nereden gelip nereye gidiyoruz, kimdik ve ne olacağız? Hepsi de varoluşumuzun özünde yer edinmiş, geçmişte sorulduğu gibi yarın da sorulacak ve türlü şekillerde cevap arayacağımız sorulardır bunlar. Bu soruları görmezden gelmek insanın korkunç huzursuzluğunu hazırlamaktan başka bir şeye yaramıyor.
Vicdanımızı sustururcasına sahip olduğumuz onca şeyi bırakıp gitmek ve bu hayatta cevaplanmamış soruların altında ezilmek büyük bir trajedi değil midir? Günümüzde insan bunu deniyor. Madde, teknik, bilim insanda ve evrendeki var olan sonsuzluğu anlamayı istemek, keşfetmek sayesinde gelişiyor. Asıl bilme arzusu kendimize yöneliktir. Bu çeşitli şekillerde dışarıya yansır. Böyle olunca yukarıda sıralanan sorular insanı elbette sanatta, edebiyatta, bilimde ve teknikte bir yere taşıyor, onun ve hayatın tekâmülünü hazırlıyor. Fakat geride içimizdeki sorular hâlâ yerli yerinde duruyor.
İşin güç tarafı bu soruları görmezden gelmemizi isteyen çok sitemli ve bilinçli bir işleyiş var hayatımızda. Gösteriş, sosyal medya, şuursuz bir eğlence anlayışı, zararlı her türden alışkanlıklar ve internet oyunları içimizden yükselen bu soruların varlığını gölgelemek üzere hep birer bahanedir.
“Ben kimim?” diyen, bu sorunun varlığını kabul eden bir insan hayata anlamlı eylemlerle, sözlerle ve şefkat içerisinde dâhil olur. Böyle biri vicdanında yer edinen soruları asla görmezden gelmez. Onları görür, bilir ve samimiyet içinde bu soruya bir cevap arar. Bunun en güzel işareti bu kişinin insana ve insanlığa faydalı şeylerle meşgul olmasıdır. Bu sayede evrende derinden derine kök salan, her yerde duyumsadığı, zamana ve mekâna sığmayan varlığını hissetmeye başlar. Bir taşla bile anlamlı bir beraberliği olabilir böyle birisinin. Hayatından şikâyet ettiği zamanlar giderek azalır. Böyle biri anlamsız ve amaçsız sözlerden ve fiillerden sakınır. İnsana ve her türden canlıya dost olur. Varlığa hizmet etmesi için içindeki güzellik ona kâfidir. Eşyaya ve bitkiye dokunuşları bile şefkat yüklüdür. Her türden ağırlıktan giderek kurtulmaya başlar. Sadeleşir bu insan. Kendisi bunu istemese bile bunu hayatın kendisi yapar ve bu kimseler sadeliğin yüksek bir hâl olduğunu derinden derine anlamaya başlar.
“Ben kimim?” sorusuna bir cevap arayanlar bu dünyaya para ve mal yığmaya değil, duygu biriktirmeye ve kendimizi anlamaya geldiğimizi çok iyi özümsemiştir. Hayatı yaşarken peşinde olduğumuz şeyler anlam ve duygudur. Bu sayede hayatı derinden ve tadına vararak yaşar insan. Kendisinden kaçmaz. Varlığını ve kendi öz benliğini bir tahakküm duygusuna kapılmadan kabul eder. Bu dünyadaki aslî vazifesinin içinde bulunduğu hâli tecrübe etmek ve kendini bilmek olduğunu bilir. Bu yüzden de onlar ânı yaşar.
Bu dünyada yaşamaktan söz edeceksek böyle insanlar; yaşamın ve insanın var olma amacını hisseden, “Ben kimim?” sorusuna hayatı anlamlı bir şekilde yaşamaya çalışarak cevap vermeye çalışan kimselerdir, diyebilirim.