Şerif Hüseyin olayına dönük yaklaşımların oldukça sığ ve yüzeysel olduğu açık. Bu, öncelikle bir şartlanmanın eseri. Birileri yalnızca isyanın çıkmasına odaklanmış durumda. Neden ve nasıl diye sormuyorlar. İsyanı tetikleyen sebepler, öncesindeki süreç, o günkü yönetimin defoları ilgi alanlarına girmiyor. İttihat ve Terakki’nin yanlışlarını, Cemal Paşa’nın hatalı icraatlarını ıskalıyorlar. Bütün bunları, İttihat ve Terakki’nin son dönem târihimizdeki yeri, millî devletin kuruluş aşamasındaki rolünden dolayı görmeme eğilimindeler. Ve onları dinlediğinizde, Araplar târih boyunca bizi hep arkamızdan vurmuşlar duygusuna kapılıyorsunuz. Bugüne kadar kamuoyu sürekli olarak bu algı üzerinden belli bir noktaya çekilmeye çalışıldı. Hâlbuki gerçek, hiç de söylendiği gibi değil. Şerif Hüseyin’in önderlik ettiği isyan Hicaz bölgesiyle sınırlı olup etki alanı Mekke-Akabe hattının ötesine geçememiştir. Bu dönemde Araplarla meskûn Suriye, Irak, Lübnan, Filistin gibi coğrafyalarda tek bir kişi bile isyan etmemiştir. Hattâ bugünkü Suudi Arabistan’ın kurucusu olan Necid Emiri bile çevresindeki İngiliz ajanlarının telkinlerine rağmen Osmanlı’ya karşı hasmâne bir tutum içine girmemiştir. Osmanlı ordusu Medine’den ayrılırken yerli Araplar hüzünlenmişlerdir. Aylar süren kuşatma boyunca, Osmanlı askerleri ile birlikte her türlü çileye katlandıklarını anlatır. Yani isyanın çıktığı bölgede bile devlete bağlı olan Arapların sayısı, isyan edenlerden çoktur. İsyancı unsur, Şerif Hüseyin’in türlü vaatlerle çevresine topladığı bedevilerden oluşmaktadır. Onları bu işe sevk edense Türk’e düşmanlık ya da Arap milliyetçiliği değil, çapulculuk ve menfaat tutkusudur. Dizi yazımın önceki bölümlerinde de yazdığım gibi Şerif Hüseyin’in isyanı ya da her neyse hatası, mensubu olduğu koca bir milleti hiç ilgilendirmez ve bağlamaz. Pazartesi günü de inşaallah Filistinlilerin toprak satmadıklarını tam tersi İsrail tarafından işgal edildiğini yazacağım.
Hayırlı cumalar diliyorum.