Köyümde geceyi dinliyorum. Serin bir nisan akşamı türlü güzellikleri dimağına sunuyor. Çeşit çeşit bitkinin, çiçeğin, ağacın ve nihayet toprağın dâhil olduğu kokular beni bu akşam mest ediyor. Öteden çeşmenin sesi geliyor. Havada insana huzur veren bir hafiflik ve sadelik var. Yıldızları izliyorum. Göğün şu lacivert derinliğine karışıyorum. Bahara uyanan toprağın hayatiyeti duyuluyor her yanda.
Gece köyün bütün şahsiyetini meydana çıkarıyor. O, gün içinde bir mekan iken gece benim için artık bir şahsiyet hâline geliyor. Onu dinliyorum. Hislerimi yazsam bile köyün söyledikleri kaleme kağıda gelmiyor. Burada ruh dinginleşiyor. İnsan köyün gecelerinde daha sakin oluyor. İçime çektiğim şu tertemiz hava gibi hafifliyorum. Köyde gecenin seslerini dinliyorum.
Görüntüler kayboluyor belki ama mânâ meydana çıkıyor geceleyin köyde. Hüzünler daha tahammül edilebilir şeyler hâline geliyor. Bu sakinlik besliyor insanı. Gecenin yüzünde kendi özünü buluyor insan.
Köyün gecelerini sevmemin daha başka ve derin sebepleri var. Meselâ yürüdüğüm yollarda beliren çocukluğumu, gecede ansızın karşıma çıkan hatıralarımı, göçenleri ve hayatımızdan geçip giden şeyleri gecede bulabiliyorum. Bir his hâlinde içimde var olmalarını hayranlık ve hasret içinde izliyorum. Bunlar gecede kendi içimde duyduklarım. Fakat ille de gecenin seslerine dâhil oluyorum bu vakitler. Sesler beni daha bir sessiz kılıyor. Gece onlar hayata daha bir hâkim. Onları dinlerken bir yandan gecenin içimde uyandırdığı duygulara kapılıyorum. Her biri beni benden alıp götürecek, peşlerinde sürükleyecek denli güçlüler. Fakat böyle olmuyor. O duygular beni derinliklerdeki özüme sevk ediyor. Gecede bu kadar sessiz ve huzurlu olabilmemin sebebi biraz da onlardır.