İnsan güzelliğe ne kadar da muhtaç! Bir desen, bir şiir, bir resim, bir yazının kıvrımındaki güzelliğe susuz insan. “Güzelsiz olmayız ammâ oluruz etsiz ekmeksiz” diyen şair ne de doğru söylemiş! İnsan güzellik olmadan, güzelliği görüp yaşamadan edemiyor.
Belki yaratılan her şey fıtraten güzelliğe temâyül gösteriyor. Çünkü Hz. Peygamber’in bir hadisinde buyurduğu gibi “Allah güzeldir, güzeli sever”. Netice itibariyle O’nun yarattığı her şey, kâinattaki güzellik terkibinin bir parçası olarak, seyrine doyum olmaz bir manzaranın meydana gelmesinde söz sahibi olmak isteyecektir.
Bir ressam tablosunun karşısında güzel olanı, en mükemmeli arar. Şair şiirlerin en güzelini kaleme almak için yaşar. Bestekâr en güzel eserini bestelemeyi, ebrûzen en güzel ebrûsunu yapmayı ister. Taş, mimarın ellerinde iman ile yoğrulup güzelliğin ihtişamına bürünürken, Allah’ın üzerine yemin ettiği kalem ise hattatın ellerinde güzellik arayışının çilesiyle inleyip durur.
Meselenin belki en can alıcı yeri ise, insanın ortaya koyduğu her eserin gücünü güzellikten alarak yaşayabilmesidir. Zaman en güzeli bulmak için her şeyi ince eleyip sık dokur, tâ ki en güzeli bulana kadar.
Güzel, her dâim tevhid bahçesinden bir koku taşır üzerinde, çünkü, güzelin konuştuğu dil birdir ve güzellik bütün insanlar içindir.
Mâdem ki, insanlık, “En Güzel”in bir parçasıdır, o halde ezelden ebede her şey, o “En Güzel”e kavuşmak için çırpınıp duracaktır. Seyrettiği her güzellikte İlâhî olandan bir iz arayacak, O’nu bulana kadar güzelden güzele bir yol bulup yürümek isteyecektir. Mevzu buraya gelmişken Leylâ’dan Mevlâ’ya vâsıl olmuş Kays’ın Mecnûnluğundan dem vurmamak olmaz:
Hükümdârın biri Mecnûn’un deli dîvâne olduğu Leylâsını görmek istemiş. “Kimdir uğrunda çöllere düşülecek kadar güzel olan” diye merâkını açığa vurmuş meclisinde. Askerlerine Leylâ’yı bulup getirmeleri için emir vermiş. Bir süre arandıktan sonra Leylâ hükümdârın huzuruna getirtilmiş. Hükümdâr onu görünce, dünyalar güzeli sandığı kızın çelimsizliği karşısında hayâl kırıklığını gizleyemeyip şu soruyu sormuş:
-Mecnûn’un uğrunda çöllere düştüğü Leylâ sen misin?
Leylâ sorunun altında yatan niyeti anlamıştır tabiî. Hükümdar kendince Leylâ’nın güzelliğini küçümsüyor, her hâliyle o kadar da güzel olmadığını îmâ ediyormuş. Leylâ’nın şu cevabı, hükümdarın bu tavrına en güzel bir karşılık olmuş:
-Bendeki hakîkî güzelliği görebilmen için bana Mecnûn’un gözüyle bakmalısın.
* * *
Klasik şiirimizin büyük üstâdı Fuzûlî’nin Leylâ ile Mecnûn mesnevisinde geçen şu beyitleri ise Leylâ’da tecelli eden ilâhî güzellikle, ilâhî güzelliğin Kays’ta meydâna getirdiği kemâlin neşvesinden haberler veriyor:
Leylî’den idi kemâl-i Mecnûn
Hüsn ile olurdu aşkı efzûn
Mecnûn’dan idi cemâl-i Leylî
Aşk idi eden cemâle meyli
Fuzûlî, Mecnûn’un olgunluğunun Leylâ’dan, Leylâ’nın güzelliğinin ise Mecnûn’dan geldiğini böyle dile getiriyor. O halde güzelliğe tâlip olmak da mühim bir nasip meselesidir. Güzelliği takdir edecek bir göz ve gönül, gönül gözünü parlatacak bir güzellik olmadıkça ne güzelin varlığından dem vurmak mümkün, ne de âşığın kemâlinden! Âşık Veysel tevekkeli demiyor:
Güzelliğin on para etmez
Bu bendeki aşk olmasa…
Belki yaratılan her şey fıtraten güzelliğe temâyül gösteriyor. Çünkü Hz. Peygamber’in bir hadisinde buyurduğu gibi “Allah güzeldir, güzeli sever”. Netice itibariyle O’nun yarattığı her şey, kâinattaki güzellik terkibinin bir parçası olarak, seyrine doyum olmaz bir manzaranın meydana gelmesinde söz sahibi olmak isteyecektir.
Bir ressam tablosunun karşısında güzel olanı, en mükemmeli arar. Şair şiirlerin en güzelini kaleme almak için yaşar. Bestekâr en güzel eserini bestelemeyi, ebrûzen en güzel ebrûsunu yapmayı ister. Taş, mimarın ellerinde iman ile yoğrulup güzelliğin ihtişamına bürünürken, Allah’ın üzerine yemin ettiği kalem ise hattatın ellerinde güzellik arayışının çilesiyle inleyip durur.
Meselenin belki en can alıcı yeri ise, insanın ortaya koyduğu her eserin gücünü güzellikten alarak yaşayabilmesidir. Zaman en güzeli bulmak için her şeyi ince eleyip sık dokur, tâ ki en güzeli bulana kadar.
Güzel, her dâim tevhid bahçesinden bir koku taşır üzerinde, çünkü, güzelin konuştuğu dil birdir ve güzellik bütün insanlar içindir.
Mâdem ki, insanlık, “En Güzel”in bir parçasıdır, o halde ezelden ebede her şey, o “En Güzel”e kavuşmak için çırpınıp duracaktır. Seyrettiği her güzellikte İlâhî olandan bir iz arayacak, O’nu bulana kadar güzelden güzele bir yol bulup yürümek isteyecektir. Mevzu buraya gelmişken Leylâ’dan Mevlâ’ya vâsıl olmuş Kays’ın Mecnûnluğundan dem vurmamak olmaz:
Hükümdârın biri Mecnûn’un deli dîvâne olduğu Leylâsını görmek istemiş. “Kimdir uğrunda çöllere düşülecek kadar güzel olan” diye merâkını açığa vurmuş meclisinde. Askerlerine Leylâ’yı bulup getirmeleri için emir vermiş. Bir süre arandıktan sonra Leylâ hükümdârın huzuruna getirtilmiş. Hükümdâr onu görünce, dünyalar güzeli sandığı kızın çelimsizliği karşısında hayâl kırıklığını gizleyemeyip şu soruyu sormuş:
-Mecnûn’un uğrunda çöllere düştüğü Leylâ sen misin?
Leylâ sorunun altında yatan niyeti anlamıştır tabiî. Hükümdar kendince Leylâ’nın güzelliğini küçümsüyor, her hâliyle o kadar da güzel olmadığını îmâ ediyormuş. Leylâ’nın şu cevabı, hükümdarın bu tavrına en güzel bir karşılık olmuş:
-Bendeki hakîkî güzelliği görebilmen için bana Mecnûn’un gözüyle bakmalısın.
* * *
Klasik şiirimizin büyük üstâdı Fuzûlî’nin Leylâ ile Mecnûn mesnevisinde geçen şu beyitleri ise Leylâ’da tecelli eden ilâhî güzellikle, ilâhî güzelliğin Kays’ta meydâna getirdiği kemâlin neşvesinden haberler veriyor:
Leylî’den idi kemâl-i Mecnûn
Hüsn ile olurdu aşkı efzûn
Mecnûn’dan idi cemâl-i Leylî
Aşk idi eden cemâle meyli
Fuzûlî, Mecnûn’un olgunluğunun Leylâ’dan, Leylâ’nın güzelliğinin ise Mecnûn’dan geldiğini böyle dile getiriyor. O halde güzelliğe tâlip olmak da mühim bir nasip meselesidir. Güzelliği takdir edecek bir göz ve gönül, gönül gözünü parlatacak bir güzellik olmadıkça ne güzelin varlığından dem vurmak mümkün, ne de âşığın kemâlinden! Âşık Veysel tevekkeli demiyor:
Güzelliğin on para etmez
Bu bendeki aşk olmasa…
İLGİLİ HABER
Yasin Şen yazdı: Masal Devirleri!