Çatalpınar’ın iklimi ve havası Karadeniz iklimi etkisindedir. Çok eski bir tarihi olmasa da köyde zaman içinde havayla ilgili bir terminoloji gelişmiştir. Ben küçük yaşlarımda babannemin yağmur yağacağı zaman Fatsa taraflarına bakıp “Değiz yükseldi.” dediğini hatırlıyorum. Gelen yağmur bulutları eskilere denizi hatırlatıyordu belki de. Kim bilir!
Köyde havanın durumuna bağlı olarak bazı kelimeler kullanılır. Alamuk veya alamuh, çımık veya çımıh, umuk veya umuh gibi… Alamuk veya alamuh, çok bunaltıcı, güneşli ve nemli havayı ifade eder. Çok sevilmez ve istenmez. Ancak fındıkları ve diğer meyvaları alamuğun oldurduğu düşünülür. Alamuğa kalmış bir kişi, olduğu yerde terler. Üzerindeki elbiseler tenine yapışır. Böyle bir havada bahçede çalışmak da güç bir iştir.
Çımıh veya çımık, uzun süre devam eden çiseli ve çok nemli havalar için kullanılan bir tabirdir. Bu hava da pek muteber turulmaz. Fakat bizim buraların havasının ekseri “çımıh” gittiği herkesin malumudur. Çımıh havada çalışmak hiç güzel değildir. Hele böyle havada fındık toplamak hiç istenmez.
Umuh veya umuk hava en sevilen ve verimli olarak en fazla iş görülen havadır. Güneş yakıcı değildir veya hava parçalı bulutludur. Nem oranı düşüktür. Hava çok sakindir ve hafif de bir esinti vardır. Böyle havalarda insanlar da şenliklidir. Öteki havalarda ise gerilim daha fazladır.
Köyde mart ve nisan aylarıyla ilgili bazı inanışlar vardır. Nisan ayı “abrul” diye bilinir. “Nisan’ın beşinde kar yağar.” denir. Demek ki bir zamanlar böyle bir şey yaşanmış ki bu söz zihinlere kazınmış. 30 Mart’ta yağan karın fındığı yaktığını ve o sene bahçelere hiç girilmediğini biz dahi gördük. Yine “Mart ayı iyi giderse rençberlik çok olur, yoksa olmaz” denir.
Köyde olağanüstü türden hava olaylarının çok fazla olduğunu hatırlamıyorum. Fakat bir keresinde fırtına çıktığını ve o fırtınada birçok ağacın yıkıldığını hatırlıyorum. O gece babannemle ikimiz eski ahşap evin içindeki halıları tutuyorduk. Tahtaların arasından, bulduğu bir boşluktan içeriye hücum eden rüzgâr bize çok güç zamanlar yaşatmıştı. Meğer bu bir hortum imiş. Bunu daha sonra öğrendim. Ertesi gün de sabahleyin epey dolu yağmış. Köylü neredeyse hayatından ümidini kesmiş. Hatta Emin Dedem, “Camiye gidelim. Öleceksen caminin içinde ölelim.” demiş.
“5 Şubat” zemherinin çıkışı olarak kabul edilir. Zemheri en soğuk aydır ve onunla ilgili atsözleri kültürümüzü adetâ süsler. “Kork zemherinin beşinden, öküzü ayırır eşinden!” bunlardan birisidir. Zemherinin 5 Şubat’ta sona erdiğini söyledik. “6 Şubat” hamsinin ilk günüdür. Şubatın ilk haftası fırtınalı geçer. Halk inanışına göre zemheri çıkmak istemez, hamsin de girmek ister. Fırtına bu kavgadan ötürü ortaya çıkar.
14 Mart Karakış’ın başlangıcı kabul edilir. Daha sonra Zemheri, Gücük ve Mart ayı gelir. Zemheri, Ocak ayını gücük ayı ise Şubat ayını karşılar. Millet mart ayı için “Mart ayı dert ayı!” der. Yine bu aydaki hava değişimini, durumunu, havadaki gel-gitleri anlatmak için “Camışlar (Kömüşler) çorağa yatmış. Hem yatmış hem de güneş açmış.” denir. Aslında bu söz köyde bir zamanlar çok fazla bulunan, bugün ise neredeyse hç kalmayan camışların (kömüşlerin) hatırasını taşır. Yine bizim köyde hava durumu için rahmetli Çavuş Dedemin anlattığı ve annemin naklettiği şöyle bir hikâye vardır:
Adamın biri köyde kara kıştan iyice bunalmış. Hayvanların yemi, otu, her şeyi bitmiş. Onun da bir kızı varmış. Köyde yaşayan gavurlardan birine kızını vermek şartıyla hayvanları için yiyecek temin etmek üzere anlaşmaya niyetlenmiş. Bir gün havaları değiştiren, baharı müjdeleyen bir rüzgâr esmeye başlamış. Adam bunun üzerine çok sevinmiş ve “Es vade yeli es, gavurdan kısmeetimi kes!” demiş. Bu küçük hikâye havaların değişimi anlatmak üzere söylenir.
Temmuz 2016’da tatilimi geçirmek üzere memlekete gitmiştim. O sıralarda çok fazla yağmur yağmış, memlekette adeta sel olmuştu. Dereler taşmış, yollar da biraz zarar görmüştü. O tarihte “Sel Destanı” diye bir manzume kaleme almıştım. O manzumeye burada yer vermek istiyorum:
Bayram dedik Afyon’dan çıktık yola
Haber verdik efendim sağa sola
Duamız: Vakt-i şerifler hayrola
Halimizden bahsedelim bir zaman
Geldik köyümüze hasret giderdik
Gurbet libasın eyinden çıkardık
Fırsat buldukça muhabbet kotardık
Hâneden hâneye toplandı yârân
Ciğer gurbet elinden göz göz olmuş
Yüreğim yanmış sanki köz köz olmuş
Tâkât bitmiş beden kuru söz olmuş
Buluştuk, canımıza geldi derman
Sözü çok uzatmak günah demişler
Âşıklara yeter bir âh demişler
Eskiler bu sözü gâh gâh demişler
Edelim bizler de bir kıssa beyan
Üç gün oldu biz Ordu’ya geleli
Dağ, taş, dere, tepeden yol alalı
Kendimi âlemde bildim bileli
Böyle bir âfet görmedim el-aman
Mübarek Ramazan hitam bulunca
Daldım ince fikre hüzün gelince
Rahman’ın rahmeti bize gülünce
Başladı yağmurlar neşelendi can
Sabah oldu kalktık namaza gittik
Niyâzı, gönülden niyaza kattık
Toplandık, taatler, tövbeler ettik
Allah kabul etsin yoksa hâl yaman
Caminin önüne çadır kuruldu
Köylü toplandı kahvaltı edildi
Sağ ve selamet bir şeyler yenildi
Bir yağmur bindirdi dillere destan
Dediler çeşme taşmış yol kapanmış
Öyle yağmış ki toprak suya kanmış
Köylüler evleri gidecek sanmış
Bundan nasıl korunu burda insan
At yolu taşkından geçilmez olmuş
Taştan çakıldan yol seçilmez olmuş
Yollar hep kapanmış açılmaz olmuş
Kemal Emmi boynunu bükmüş heman
Şikâyet değil hikâyet kâlimiz
Hemen Allah onara şu hâlimiz
Hıfz etsin Hüda can ve ıyâlimiz
Sığındık O’na yoktur başka inan