Abazdağı’nda da bu böyledir. Onu severseniz bu dağı giderek daha iyi tanımaya ve anlamaya başlarsınız. Havanın ne zaman bulutlu olabileceğini, ne zaman yağmur yağacağını, ağaçların ve ormanın dilini, toprağın bereketini, insanın gurbetini, ama işte buradaki saadeti hissedersiniz.
Abazdağı’nda hayatın sırrı ve hazzı biraz da ondaki işleyişin yavaş olmasında saklıdır. Hız ve konforu istemek; bizi hadiselerin ve eşyanın iç seyrinden koparıyor. Yavaşladıkça düşüncelerimiz de derinleşiyor elbette. Derinleştikçe hayatın asil çizgileri bir tefekküre bürünüp belirmeye başlıyor. Köy hayatı ve Abazdağı, bana yavaşlamayı, gelip geçen şeylerin üzerinde huzurla ve sâkince düşünmeyi öğretiyor.
Bir de şunu düşündürüyor Abazdağı bana: İnsan her türlü maddî ağırlığı taşıyabiliyor fakat irfanına mânî olucu şeyleri ve içinde dağ gibi büyüyen günahları, pişmanlıkları zihninde ve kalbinde bir süre sonra kaldıramıyor. Bunlar ona çok ağır geliyor. İnsan elbette içine ağırlık veren şeylerden uzaklaşmak, bunları bırakmak ve hafiflemek ister. Bugün, en çok kendinden kaçan insanın bu hâllerinden kurtulabilmesi harhalde sadece kendisiyle hasaplaşmasına, nefsini mahkûm edip ve sonra kendini affetmesine bağlıdır.
Şu da var ki, kendi kendini affetmeyen bir insanı başkalarının hoş görmesi hiçbir şeyi değiştirmiyor. Bizler Abazdağı’nda kendi kendimizi muhasabe ederiz. Bu acımasız bir hesaplaşma değildir. Kendi kendimizi affetmeye yönelik, bütün insanî hasletlerimizi ortaya çıkarmaya yarayan bir fırsat gibidir.
Abazdağı ve bu eşsiz tabiat, nasıl yaşamam gerektiği gibi çetrefilli bir mesele üzerinde düşünmemde bana yardımcı oldu. Bir kere hep istikrarlı, müthiş sabırlı, daima çalışkan ve her zaman üreten bu tabiat köşesi bana nasıl olmam gerektiğini ve hayatımın seyrini fısıldadı böylece. Bu seyir çalışmak ve üretmek üzerinde devam etmeliydi. Hatta mümkün olduğu kadar bu böyle olmalıydı. Çünkü bu Hakk’ın makbulü olan bir işleyiş sistemi idi.
Eğer tabiatı okumak istersek onun bize öğreteceği şeyler sabır, çalışkanlık ve sevgi kelimelerinde damıtılmış durumdadır. Bu Abazdağı ile kurduğum derin bağın nihayetinde biraz anlayabildiğim ve sezebildiğim bir şeydir. Ve Abazdağı hep çalışan, üreten, bundan bıkmayan feragat timsali bir âbidedir.
Abazdağı birçok mânâya giydirilmiş bir elbisedir. Bunun idrâki çok şahsî bir şeydir. Onda neyi görüyorsanız siz onunla tarif edilebilirsiniz. Kendisinden uzakta kendisini anlamamızı bekleyen bir mânâ var onda. Bu misâller âleminde bir şey bu meseleyi çözmemizi ve onu masalımıza eklemlememizi bekliyor. Onu şimdi burada kelime kelime, cümle cümle aramamızın sebebi budur. Fakat en doğrusu şu ki, Abazdağı’nın sırrı onu sevmede gizlidir.
Abazdağı’nda hayatın sırrı ve hazzı biraz da ondaki işleyişin yavaş olmasında saklıdır. Hız ve konforu istemek; bizi hadiselerin ve eşyanın iç seyrinden koparıyor. Yavaşladıkça düşüncelerimiz de derinleşiyor elbette. Derinleştikçe hayatın asil çizgileri bir tefekküre bürünüp belirmeye başlıyor. Köy hayatı ve Abazdağı, bana yavaşlamayı, gelip geçen şeylerin üzerinde huzurla ve sâkince düşünmeyi öğretiyor.
Bir de şunu düşündürüyor Abazdağı bana: İnsan her türlü maddî ağırlığı taşıyabiliyor fakat irfanına mânî olucu şeyleri ve içinde dağ gibi büyüyen günahları, pişmanlıkları zihninde ve kalbinde bir süre sonra kaldıramıyor. Bunlar ona çok ağır geliyor. İnsan elbette içine ağırlık veren şeylerden uzaklaşmak, bunları bırakmak ve hafiflemek ister. Bugün, en çok kendinden kaçan insanın bu hâllerinden kurtulabilmesi harhalde sadece kendisiyle hasaplaşmasına, nefsini mahkûm edip ve sonra kendini affetmesine bağlıdır.
Şu da var ki, kendi kendini affetmeyen bir insanı başkalarının hoş görmesi hiçbir şeyi değiştirmiyor. Bizler Abazdağı’nda kendi kendimizi muhasabe ederiz. Bu acımasız bir hesaplaşma değildir. Kendi kendimizi affetmeye yönelik, bütün insanî hasletlerimizi ortaya çıkarmaya yarayan bir fırsat gibidir.
Abazdağı ve bu eşsiz tabiat, nasıl yaşamam gerektiği gibi çetrefilli bir mesele üzerinde düşünmemde bana yardımcı oldu. Bir kere hep istikrarlı, müthiş sabırlı, daima çalışkan ve her zaman üreten bu tabiat köşesi bana nasıl olmam gerektiğini ve hayatımın seyrini fısıldadı böylece. Bu seyir çalışmak ve üretmek üzerinde devam etmeliydi. Hatta mümkün olduğu kadar bu böyle olmalıydı. Çünkü bu Hakk’ın makbulü olan bir işleyiş sistemi idi.
Eğer tabiatı okumak istersek onun bize öğreteceği şeyler sabır, çalışkanlık ve sevgi kelimelerinde damıtılmış durumdadır. Bu Abazdağı ile kurduğum derin bağın nihayetinde biraz anlayabildiğim ve sezebildiğim bir şeydir. Ve Abazdağı hep çalışan, üreten, bundan bıkmayan feragat timsali bir âbidedir.
Abazdağı birçok mânâya giydirilmiş bir elbisedir. Bunun idrâki çok şahsî bir şeydir. Onda neyi görüyorsanız siz onunla tarif edilebilirsiniz. Kendisinden uzakta kendisini anlamamızı bekleyen bir mânâ var onda. Bu misâller âleminde bir şey bu meseleyi çözmemizi ve onu masalımıza eklemlememizi bekliyor. Onu şimdi burada kelime kelime, cümle cümle aramamızın sebebi budur. Fakat en doğrusu şu ki, Abazdağı’nın sırrı onu sevmede gizlidir.
İLGİLİ HABER
Abazdağı'na Kurulan Çadırlar - Yasin ŞENİLGİLİ HABER
Yasin Şen: Abazdağı'ndaki EvİLGİLİ HABER
Abazdağı'na Yolculuk - Yasin Şen