Yakup Bulut'un Yeni Kitabı "Karıncanın Direnişi" Yayımlandı

TAKİP ET

Yakup Bulut'un Yeni Kitabı 'Karıncanın Direnişi' Yayımlandı… Yakup Bulut'un Karıncanın Direnişi adlı kitabı Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık tarafından yayımlandı. Karıncanın Direnişi isimli kitap, her hafta Afyon Kent Haber sitemizde ikişer sayfa olacak şekilde yayımlanacaktır.

Yakup Bulut Kimdir?

1981'de Afyonkarahisar'da doğdu. Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi Kamu Yönetimi bölümü mezunudur. Yayınlanan "Karıncanın Direnişi" isimli ilk eserinin ardından roman ve senaryo çalışmalarına devam etmekte olup, sade bir dil ile birlikte toplumsal olayların kişiler üzerindeki etkilerini konu edinmektedir.



KARINCANIN DİRENİŞİ ( Sayfa 1-2 ) 



Çıplak ayaklarını bembeyaz ve yumuşak kumsalın üzerinde hissettiğinde hava pırıl pırıl, deniz dingindi. İnsanın duyularını cezbeden yemyeşil, egzotik çiçeklerle dolu adaya bakan gözleri, güneşin haşmetiyle kamaştı. Elini, gözlerine siper ederek palmiye ağaçlarının arasından adanın içine doğru yürümeye başladı. Kumsaldan ayrıldığı an inanılmaz derecede hızlandığnı fark etti. Çimenlerin arasında birden kucağında kuzu olan bir kız belirdi. Kızın üzerinde rengârenk ve çeşit çeşit kuşlar ötüşerek uçuşuyorlardı. Kuşlar, çıkadıkları sesler ile onu sanki dansa davet ediyordu. O ise kuşlara aldırmadan kucağındaki beyaz kuzuyu okşamaya devam ediyordu. Kızın yanına gitmek istedi.  Koştu, koştu.... Ona bir türlü yaklaşamıyordu. Arada sanki görünmez bir duvar vardı ve onu ona yaklaştırmıyordu. Durdu. Ona seslendi. Kuşlar, kızın siyah uzun saçlarını minnacık ağızlarıyla havalandırırarak yüzünü örttüyordu. O da hiç istifini bozmadan hâlâ kuzuyu seviyordu. Kendisi gidemediği gibi sesinin de gitmediğini anladı. Sonra şelaleden dökülen su sesini anımsatan bir ses duydu. Su sesinin geldiği yöne doğru ilerledi. Oraya ulaştığında sadece aman vermez kayalar olduğunu gördü. Şaşkınlıkla baktığı kayalardan sular akmaya başladı. Sular yere ulaştığında ise korkunç bir gürültü ile patladı. İrkilerek uyandı. Gerçek ile düş birbirinden ayrıldı. Patlama sesinin dışarıdan geldiğini idrak etti.  Sesin çağrıştırdığı şeyle tepeden tırnağa ürperdi. Duyduğu korku ile bir an yerinden kalkmakta zorlandı. Sanki yataktan kalktığında en derin kâbusuyla yüzleşecek gibiydi. Duvardaki saate baktı. 13.30’u gösteriyordu. Bu kadar uzun süre uyuması şaşırtıcıydı. Korku meraka dönüştü. Yataktan kalktı pencereye doğru yürüdü. Perdeyi hafifçe aralayıp dışarı baktı. İlk gördüğü şey çok da uzak olmayan bir yerde gökyüzüne doğru yükselen siyah dumanlar oldu. Gözlerini sokağa çevirdi.  Sokakta az sayıda insan vardı.  Gördüğü dumanlar neyin nesiydi? Bir kaza mıydı acaba? Belki de bir tüp patlamıştı. “İnşallah! Kimseye bir şey olmamıştır” diyerek perdeyi kapattı. Lavaboya giderek elini yüzünü yıkadı. Mutfağa gitti. Buzdolabında kahvaltılık bir şey kalmamıştı. Bakkala gitmesi gerekiyordu. Bu soğukta bakkala gitmek ise eziyetti. Böyle durumlarda baba evini özlüyordu. Ama hayalleri vardı ve hayalleri için sıkıntıları göğüslemek zorundaydı. Giyindi, montunu sırtına geçirip apartmanın mozaik ile kaplanmış merdivenlerinden indi. Dışarı çıktı.  Soğuk hava ürpermesine neden oldu. Yerler buz tutmuştu.  Yavaş ve dikkatli adımlarla yaklaşık yüz eli metre ötedeki bakkala doğru yürümeye başladı.  Dükkâna girdi. İçeride başka müşteriler de vardı ve telaşla bir şeyler konuşuyorlardı. İnsanların yüzlerindeki şaşkın ve korku dolu ifade endişelenmesine neden olmuştu. Bakkal Niyazi’ye merakla sordu.  
             “Niyazi Amca ne oldu bir şey mi var?” 
             Bakkal Niyazi üzgün bir ses tonu ile karşılık verdi.
 “Ne olsun! Uğur Mumcu’nun otomobiline bomba yerleştirmiş hainler. O garibin de hiçbir şeyden haberi yok tabi arabasına bindikten sonra bomba infilak etmiş.”
 Eren duraksadı.  Sebebi ne olursa olsun hangi insan böyle bir ölüme layık olabilirdi? Uğur Mumcu’nun yakınlarda bir yerde oturduğunu biliyordu. Menfur cinayet sabah duyduğu patlama sesini de açıklıyordu.
          “Allah rahmet eylesin... Ben de duydum bir patlama sesi ama anlam veremedim. Siz nasıl öğrendiniz peki bu kadar kısa sürede?”               “Bizim Taksici Akif söyledi.”
 Eren bir an dalgınlaştı. İçindeki sıkıntının nedeni Uğur Mumcu olabilir miydi?  Ona düzenlenen suikastı mı hissetmişti?  Bakkal Niyazi’nin sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı.
            “Evlat sen ne istemiştin?”
             “Bir ekmek, biraz peynir, biraz zeytin ve iki adet yumurta lütfen!”
             Bakkal Niyazi Bey siparişleri hazırlarken bir taraftan da üzüntüyle söyleniyordu.
 “ Vay be Uğur! Ayrılık günü bu günmüş haa! Kim bilir kimler senin kaleminden korktu da seni katletti. Bilmiyorlar ki bu memlekette Uğur’lar hiç bitmez” 
  Eren aldığı malzemelerin bedelini ödeyip elinde poşetle bakkaldan çıktı. O çıktığında içeridekiler olay hakkında konuşmaya devam ediyorlardı. Eve döndüğünde olayın ayrıntılarını öğrenmek için hemen televizyonu açtı. Cinayet açlığını bile unutturmuş kahvaltısını ertelemesine neden olmuştu. Bütün kanallarda cinayetle ilgili yorumlar yapılıyor, birileri arkasında terör örgütünün olabileceğini söylerken diğerleri de farklı farklı şeyler dillendiriliyordu.



Uğur Mumcu’nun gazetedeki yazılarından ziyade kitaplarını okumuştu.  Kitabını okumak yazarın dünya görüşü hakkında yeterince ipucu veriyordu. Kendisine okuma alışkanlığını babası kazandırmıştı. Babası Necdet Bey sürekli yeni çıkan kitaplardan alır ve yazarının mutlaka belli kıstaslar dâhilinde olmasına dikkat ederdi. Ona göre yazar anti-emperyalist olmalı, din tüccarı olmamalıydı. Uğur Mumcu da bu kıstaslara uyduğundan evde en çok kitabı olan yazarlardan biriydi. Uğur Mumcu’nun en çok kendisini etkileyen Sakıncalı Piyade isimli askerlik anılarını içeren kitaptı.  Uğur Mumcu, kitapta esprili bir dil kullanmış ve kendisine yapılan şeye karşı olan duygularını çok iyi yansıtmıştı. Yaşadığı veya karşılaştığı olayları derinlemesine analiz etmeyi takıntı haline getirmiş ve her zaman perde arkasını merak etmişti. Her sırlı olay onun için çözülmesi gereken bir bulmaca gibiydi.  Acaba Uğur Mumcu bomba konulan aracından kurtulsaydı ne düşünürdü?  Mutlaka yine biraz da esprili bir dille olayı kınar, her şeyi daha güzel bir ülke için yaptığını hiçbir tehditin kendisini yolundan döndüremeyeceğini bunu herkesin anlaması gerektiğini söyler ve bombayı koyan zihniyetle mücadelesine devam ederdi. Peki ya katilleri? Onlar ne düşünmüştü bombayı koyarken.  Kendini yaşatmak yerine öldürmeyi seçenlerin yerine koymaya çalıştı. Hayır... Ailesinden, çevresinden edindiği öğretilerle öfke ve kinle dolu ilkel katil beyinlerden ne geçtiğini anlaması, duygudaşlık yapması olanaksızdı. Uğur Mumcu’nun suikaste kurban gitmesinden bu kadar etkilenebileceği hiç aklına gelmemişti. Tekrar masaya ders kitaplarının başına döndü. Ama aklının bir köşesinde de hep bu konu vardı.                  
                                                                                 
***
              
Sabah okula giderken ilk işi iki üç adet gazete almak oldu. Bunu sırf Uğur Mumcu cinayetine olan ilgisinden dolayı yapmıştı. Gazetelerde olay yerine ait fotoğrafları inceleyerek haber içeriklerini okudu. Olay yerine ait fotoğraflardan dehşetin ne boyutta olduğunu gördü. Ortaokul sıralarından kalma bir alışkanlığı vardı. Anı defterine sadece yaşadıklarını değil çevresinde olup biten önemli olayları da yazardı. Bu alışkanlığını ileriki yıllarda da sürdürmüş en son ise bu notları yazmak için babasının kendisine hediye ettiği ajandayı kullanmaya başlamıştı. Toplumda ses getiren bütün önemli olayları Ankara’ya gelirken yanında getirdiği bu ajandaya tarihleriyle birlikte yazıyor ve düşüncelerini ilave ediyordu. Okulda Uğur Mumcu’nun katlini de yanına aldığı ajandaya not düşüp gazetelerin birindeki infilak etmiş fotoğraf karesini sayfaya yapıştırdı. Ardından Uğur Mumcu’nun öldürülmesi, dolayısıyla susturulması kimin veya kimlerin işine gelir? Olayın arkasında kimler var? En son hangi konu üzerinde çalışıyordu?”diye yazdı. Ünlü gazetecinin  “‘Öyleyse vurun, parçalayın, her parçamdan benim gibiler beni aşacaklar doğacaktır” sözünü ekledi.  Ajandayı kapattı.
 Sınavlar, dersler derken okulda bir gün daha bitmişti. Otobüsle tekrar eve döndü.  Üzerini değiştirdi. Yine hazırlanması gereken bir sürü sınav vardı. Geceleri ders çalışmaktan uyku düzeni bozulmuştu. Derse başlamadan önce biraz gözlerini dinlendirmek istedi, yatağına uzandı.  Kaldığı ev babasının bir arkadaşına aitti. Daire eşyalıydı ve buna rağmen cüzi bir miktar kira ödüyordu.  Öğrencilerin çoğu kira için birkaç kişi kalıyorlardı. Kendisinin böyle bir sorunu olmamasına rağmen evde yalnızlık çekiyor,  yoldaşlık edecek arkadaşlarının olmasını çok istiyordu. Maddi durumu iyi olmayan öğrencileri yanına almak istiyordu ama sırf arkadaş olsun diye önüne geleni de evine alamazdı. Birlikte kalacağı kişilerin kafa dengi olması gerekiyordu. Aslında arkadaş isteğinin altında aile yaşamına olan özlemi yatıyordu. Alışmıştı evde başka sesler duymaya, sohbet etmeye. Bu gibi durumlarda hep anne babası geliyordu aklına. Eski güzel günleri hatırlayarak derince bir iç çekti. “Keşke şimdi yanımda olsaydınız” diye mırıldandı.

yakup bulut yazar yakup bulut karıncanın direnişi