Her bahar yapraklarını devşiren ağaç - Yasin Şen

TAKİP ET

Yere uzandım, biteviye düşünüyorum. Fikir denilen bu sancılı yolculuk bir türlü bitmiyor. İşte Yasin Şen'in yazısı...

Nihayetsiz mesafeler gibi uzayıp gidiyor düşünceler. İnsan kendisini çekip alamıyor bu yolculuktan. Sanki hiçbir zaman varamayacağım bir menzil bağlamış beni kendine. Ruhumu, kalbimi ve zihnimi ondan koparamıyorum. Nereye kadar bu yolculuk bilemiyorum.

Maddenin ardındaki mahşerin uğultusu oyalıyor beni en çok. Bütün bu düşünceler bir görünüp bir kaybolan hayallerin oyunu mu yoksa? Fikirlerime yön tayin eden bir vehmin beni sevk ettiği beyhûde çırpınışlar mı bunlar? Olsun. Bu uğultuya kulak vermek güzel. Hayatın hakikatini anlamaya çalışmak gibi bir şey. Dokunduğumun ötesine geçemediğim anlardaki acziyetimi, o mahşerin uğultusuna gark olarak gideriyorum.

Yalnız bazen yorulduğumu söylemeliyim. Hiçbir şey bulamadan tükenmenin endişesi ve vehmi sarmıyor değil yüreğimi. Bir an geliyor, bu bin bir şüphe, endişe ve tereddüt dolu sancılı ruh hâlinden kurtulmak istiyor insan. Yani bir tatmine ermek, huzuru tatmak, fikir ve duygu âlemini bir iman ile ehlileştirmek istiyor kalbim. Bunu arıyor ve bunun için çabalıyor. O halde vehimlerin ve oyunların arkasındaki ışığı nerede bulmalı insan? Kendini huzurun kollarından ayıran bu perdeyi nasıl aralamalı?

Bu soruların cevabını kendimde aramaya cesaret edemediğim vakit, tabiatın ibret ve hikmet dolu dünyasına kapı aralıyorum. Beni üşüten rüzgârı, ıslatan yağmuru, tenimi yakan güneşi ve zihnimi alabildiğine dolduran tabiat seslerini çağırıyorum. Dünyayı ve hayatı bir çiçeğin, kuşun, ağacın, ışığın ve bir ırmağın teslimiyet dolu dünyasından seyretmeye çalışıyorum. Dağların heybetine, sonsuz gökyüzüne ve rahmetle yüklü bulutlara bakıyorum. Onlarla birlik olmayı istiyor, varlığın lisanına hâkim olmaya çalışıyorum böylece. Biliyorum, bu çok zor bir şey.

Bir zaman geliyor, penceremden gözlerimle büyüttüğüm tut ağacının yapraklarına takılıyor bakışlarım. O ağaç ki, bana hayatın kendinde saklı derinliğini ve değişmezliğini söylüyor. Ne kadar da canlı ve ne kadar da hakikat! O bari geçip gitmiyor hayatımdan. Bir vefâ âbidesi gibi “yaşamak” denilen ebedî ve ezelî bir hikmeti durmaksızın dillendiriyor. Susarak konuşuyor ve hep gönlüme hitap ediyor.

Ağaç, her bahar yapraklarını yerden yeniden topluyor sanki. Bıkmıyor bundan. Vazifesi neyse onu muhabbetle, aşkla yerine getiriyor. Tut ağacı onlara ne de güzel davranıyor! Muhabbetle büyütüyor yapraklarını. Bazen kuş neşideleriyle uyandırıyor, güneşle okşuyor, yağmurla emziriyor onları. Bir anne kadar şefkat dolu, eminim. Yoksa her bahar hayata yenik düşmüş bu kadar yaprağı yerden kaldırıp besleyebilir miydi? Hayatın içinde hiç durmadan ilerleyen bu yaşama iradesini hissedince doğrusu pek seviniyorum. Yaşamak denilen şeyin ardındaki asıl gücü fark ettiğimi düşünüyorum. Kim bilir, belki yanılıyorum. Kendimi, gördüğümü ve anladığımı sandığım bu şeylerle oyalıyorum belki de. Olsun, herkesin ve her şeyin bir teselli aradığı bu dünyada, böyle zararsız bir aldanıştan daha güzeli ne olabilir! Ben de cesaretle, bir yaprağa dahi sahip çıkan o sonsuz iradenin varlığını duymak için kapı aralıyorum gönlümde. Buna inanıyorum. Bir yaprağı dahi yaşatmayı seçen bu ruha ne denilir! Ona muhabbet ve hürmetle iman ediyorum.

O halde tükenmeyen bir şeyler var bu hayatın içinde. Tükenmeyen yani hayal kırıklığına uğratmayan... Düşüncelerimden yorulduğum zaman penceremin açıldığı bir bahar, bir asude iklim, ruha dolan tarifsiz bir huzur, hayatın saklı hazinelerine götüren gizli bir yol var. Yokluğu sadece vehim, varlığı insanı “hep”te kaybeden ve gönle bir tatmin veren sevinç... Bu duygular bizi kendine çağırıyor. Onun bu çağrısı hiç durmadan kendini yineliyor tabiatın ve kalbimizin içinde. Onu bulmalıyız. Nasıl olacak peki bu?

İşte böyle başlıyor her şey. Bir yığın soruyla geliyor. Yaşadığımız her ân cevabı meçhul bir bilmece olup çıkıyor. Günler geçiyor. Zaman bitiyor. Karanlık çöküyor, bahar geçip gidiyor, onların mevsimi başlıyor. Zihnimi bir uğultu kaplıyor önce. Bütün düşünceler zihnimi kanatıyor benim. Onların acısını dindirmek için uykulara dalıyorum, yeni sancılar için azıcık da olsa biraz güç veren uykulara…

Yine de onlardan kurtulduğumu söyleyemiyorum. Yüreğimize yerleşen ebedî endişeler gibi bu sorularla meşgul oluyorum ben. Bir sancı gibi kalbime oturan bir oluşun en girift taraflarına tutulup kalıyorum bir başıma. Fakat insan kendini daimî bir yok oluşun, zapt edilmez bir zevalin sancılarına bırakmamalıdır. Bu daimî oluşun anaforuna bırakmaması gerektiği gibi... Çünkü ömrümüz aslında aynı ruhu taşıyan bütün bu hâdiseleri çözecek kadar uzun ve lütufkâr değil. Bu yüzden bir bahar güneşi kadar tazelik taşıyan ve gönle ebedîlik duygusu veren kelimeler girmeli dünyamıza. Toprağın kokusunu aldığımız çiçekler gibi öteleri ve başka şeyleri hissettiren kelimeler. Söylenmemiş olması imkânsız, hayatı tamamlayan sözler girmeli.

Baharda tazelenen hayatı düşünüyorum yeniden. Sonra yere serpilen bunca yaprağı şefkatle bağrına basıp onlara yeni hayatlar bahşeden ağaçlar olmalı diyorum kendi kendime. İnsanın tüylerini diken diken eden bir oluşu fark ettirmek için çırpınıp duruyor sonsuz bir irade. Ağaçların yapraklarına sahip çıkması gibi insanı ruhundan kavrayan bir şeyler var yaşamak denilen şu müthiş iradenin içinde. O halde hangi ağacın dalında titrek bir yaprak olduğumuzu bilmek ne büyük bir meseledir!

Güneş akşam olunca ışıklarını toplayıp çekiliyor bu âlemden. Her şey geldiği yere geri dönmede. Varlığı her yeri dolduran ışığın yönü belli. Oysa biz, dört yanımızı saran davetlerin karşısında ne kadar bunalıyoruz? Hâlbuki bütün yönler bize doğruyken niçin birinden başlayıp da aradığımız saadet yolculuğuna çıkamıyoruz?

Hangisine gitmeli, en mühimi de nasıl gitmeli? Bu “değişmeyen hakikati” nasıl çözeceğiz biz? Bütün insanlar aynı kaderi yaşamak, aynı trajediyi oynamak için gönderilmiş olamaz. Her yaprağın karıştığı toprak, her damlanın kavuştuğu bir deniz varken her gönlün sükûnete erdiği bir âlem niçin olmasın!

Yeniden penceremden dışarı süzülüyor gözlerim. Bakışlarımla tut ağacının her gün daha da yeşeren yapraklarına dokunuyorum. Her yaprak, tutunduğu ağacın dalında ne kadar da mutmain ve kendinden emin duruyor öyle. Güneş gülümsüyor, toprak şefkatle davranıyor onlara; kökler ve dallar ise onların üzerine titriyor. Bizler gibi bir gün ölecek olmanın endişesinde değil, şimdi yaşamanın ve ait olmanın tevekküle bürülü sevinci içindeler.