Şaban Öztürk: Her hikayenin bir 'Ama'sı olur!..

TAKİP ET

Şaban Öztürk'ün köşe yazısı Her hikayenin bir 'Ama'sı olur!..

Eski Maraş’ta, küçücük zaviyesinde oturan 50’li yaşlarında bir adam, ufukta gördüğü kara bulutları hayra yormayacak kadar sıkıntılıdır.. Arapça, Farsça bilen ve Halep’te Fransızcayı da iyi derecede konuşabilen bu adam, eskilerin “çift kanatlı” dediği cinstendir.. Bir yandan medreselerde talebelere ders verecek nitelikte bir müderris, bir yandan Rufai, Kadiri ve Nakşibendi kollarından icazetli bir gönül onarandı..

Gündüz fikirle, gece zikirle geçerdi günleri.. Gündüzleri çevresinde eğitim almak isteyen gençlerin hocası, geceleri zikir ile Arş-ı Âlâ’ya yükselmek isteyen müridanın babasıdır.. 

Öyle güvenilir, öyle donanımlı, öyle derin bir âlimdi ki Maraş’ın bazı Yahudi aileleri “bizim çocuk iyi eğitim alsın” diye ona gönderirlerdi çocuklarını..

Maraş’a veba gibi çöken İngilizlere ve peşinden verem gibi gelen Fransızlara karşı ne yapılacağına dair halkın tümü yüzünü ona çevirmişti.. 

İngiliz komutanlarla yapılan toplantılara katılmış, bir öndere, bir hocaya, bir mü’mine yakışan izzet ve vakarla dimdik durmuş, söylenecek ne varsa eğip bükmeden söylemiş, Maraşlıların özgüvenini yükseltmişti...

İşte o adam, yani Ali Sezai Efendi, o kara bulutlarda gözlerini bir kez daha gezdirip müridandan çok sevdiği bir delikanlıya seslendi;

“Hele eşrafa haber et, akşama hatme var” dedi!.

“Hatme var”, Ali Sezai Efendi’nin direniş için organize ettiği toplantıların şifresiydi.. Eşraf, “hatme var” şifresini alınca o günün akşamına tekkeye geliyor, Maraş’ın düşmandan nasıl kurtarılacağına dair istişareler, planlamalar yapılıyordu..

İstiklal mücadelesinin ve Kuva-yı Milliye yapılanmasının ilk tohumu da, ilk karakteri de o küçücük tekkede atılıyordu..

Bir yanda Aslan Bey gibi 

kabiliyetli ve vatansever askerler, bir yanda şehrinin ve vatanının kaderini kendi kaderinden üstün tutan muazzez halk, bir yanda da bu iki kesimin manevi babalığını, rehberliğini, önderliğini yapan alimler, fazıllar, arifler…

“Ali Sezai Efendi var nasılsa” cümlesi az bir cümle değildir.. 

Dedesi yaşındaki adamların üzerine “Sen ezan mı okuyorsun?!.” anırmalarıyla üzerine yürüyerek döven Halil Sezai’lerin yaşadığı günümüz Türkiye’sinin temellerinde Ali Sezai’nin, Ali Sezailerin varlığı vatana gönül vermiş, istiklal arzusunu her türlü arzusunun üstüne koymuş insanlar için muazzam bir güvenlik alanı, bir güven halesi yatıyordu..

Her büyük hikâyenin bir “ama”sı vardır malum..
 
Ali Sezai Efendi’nin büyük hikâyesinin “ama”sı da memleket gavurdan kurtarılıp da felaha erdiğinde çıkar ortaya..Tekkesini kapatırlar.. Öğrencilerini alırlar elinden.. Müridanından koparırlar..

Daha da acısı, yaşarken üzeri “Hüvel Baki” yazılı bir mezar taşı yaptırdığı için tutuklamaya kalkarlar, mahkemeye verirler bu güzel insanı..

Bütün bunlara rağmen sor ki Ali Sezai Efendi bir kez bile küsmüş mü memleketine?!.Bir kez bile öf demiş mi kurtarılmasında büyük yararlılıklar gösterdiği vatanına?!.

Elbette dememiş. O adamlar öyledir çünkü. Vazife başa düştüğünde Allah için öne atılmaktan da, kendilerine zulmedildiğinde “vardır bunda da bir hayır, sabır gerek” demekten de zerrece geri durmamışlardır..

Yolumuza ışık, kalbimize mutluluk olmaları da bundandır, kara bulutları dağıtmadaki maharetleri de…

Din görevlilerinin, tekke ve camilerin her açıdan önemini varlığıyla ortaya koymuştur..

Zafer ertesinde ilçe ilçe, köy köy dolaşarak İngiliz ve Fransızların ekmeye çalıştığı zehirli tohumları söküp atmıştır..

Zaferden sonra ‘zafer’den pay istememiş ve kürsüsüne geri dönmüştür..

Cumhuriyet devrinde, şapka gibi, dil devrimi gibi meseleler dolayısıyla yakışıksız tavırların muhatabı olmuştur hep..

Hikayesi, hâlâ anlatılmamış bir kahraman!.