Kalem Tecrübeleri - Yasin Şen

TAKİP ET

Deneme şiiri arayan nesirdir. Varlığını duyurmaya yarayan o dokunaklı ve hercâî üslûbunu bulduğu demden beri, kendini şâir kabul edemeyen 'şuara'nın iltica ettiği bir hayal ve sükûnet ülkesidir.

Belki bir güzergâh, belki de zihnin dinlendiği bir ârâmgâhtır deneme. Eskilerin “kalem tecrübesi” dedikleri bu türün yeni ismi de, -en az eskisi kadar- insanı faal olmaya çağıran câzip ve dâvetkâr bir özellik taşıyor. Hani “bir de sen dene” der gibi. Beri yandan “olmazsa ne olacak sanki!” diyen bir teselli yanı da var bu kelimenin.

Zihnimizin günün belli zamanlarında icra ettiği bu kalem tecrübeleri, insanda damıtılmış hayat ıtırlarını elde edebilmek adına, asla yabana atılacak şeylerden değildir. Deneme, hayatı ve onun en acımasız vasfı olan “fânî”liği duyurur bize. Geçip gitmesi ve bitmesi mukadder olanı, kelimelerle sâbit kılabilmeyi öğretir. Galiba en güzeli de, düşünen, hayal kuran, belki de bir sancısı bulunan insanı haber vermesidir. İşte böylece şiirin tulu edemediği ufuklardan denemenin nazenin dalgaları yoklar bizi. Sırf varlığını duyurmanın vermiş olduğu bir şevkle, düşünce ve hayallerimiz dört elle sarılır ona. Bazen günlüğümüzün sayfalarında belirir, bazen de okuduğumuz bir kitabın kıyısında köşesinde görünür.

Deneme firari hislerin cirit attığı bir âlemin yansıdığı berrak mı berrak bir ayna hâlini alır. Zihnimizde ve kalbimizde tutunamayanlar, sayfaların titrek heyecanına sarılır. Yok olmayı istemeyen her şey gibi hayat belirtisi taşıyan bu çok şahsî kımıldanışlar da denemeyle beraber yaşamaya tutunur; kelimeler ve cümleler onunla nefes alıp verir. Cılız ve gelişmeye çok müsait varlığı ile hayata henüz gözlerini açan bir bebeğin çığlığıyla konuşurlar onda. Ne kadar hercâi ve ne kadar bîçâredirler! Fikir ve hayâlin emzirilmeye muhtaç bu yavruları, hele erkenden gün yüzüne çıkmışlar ise vay hallerine! Kurumaya mahkûm edilmiş bahar filizleri gibi darmadağın olup giderler ansızın. Demek ki, bazı yazarlar yazdıklarına boşuna “evrâk-ı perişan” demiyorlar.

Bir de mensur şiir denilen şeyle yakınlığı var onun. Şu “mensur şiir” garabetindeki zıtlık, beni onlara deneme veya kalem tecrübesi demeye zorluyor. Eğer bu ifadeyle, düzyazının içinde saklanan ve şiire yakın hisleri harekete geçiren şeyleri kastediyorsak, buna deneme demeyelim de ne diyelim Allah aşkına! O bal gibi de denemedir!

Zaman zaman denemenin aleyhinde bulunan, onu edebiyatın gayr-ı meşru çocuğu sayan yazılar okuyorum. Hiç tasvip etmiyorum bunları. Suçu -varsa eğer- ancak bir derenin kendi yatağında âsûde ve sessiz akması kadar olan bu türün, yani şu kendi hâlinde büyüyen zavallı yetimin suçu nedir Allah’ı severseniz! O bir kere asla gayr-ı meşru bir çocuk değil. Onun annesi şiir, babası nesirdir.

Deneme ruhumuzda meydana gelen dalgalanmaları en iyi aksettiren bir imkâna sahiptir. Ve bu yüzden hakikî mânâsıyla bizimdir, yani insana aittir. Riyânın yerini samimiyetin, hercâîliğin yerini gönle demir atmış bir sükûnetin bizi tesiri altına aldığı zamanları getirir deneme.

Ben bu yüzden denemeyi düşündüğüm ve onunla meşgul olduğum zamanlar hep denizleri hatırlarım. Hatıralarımı bir çarşaf gibi örten denizin enginlerine bakar ve denemeyle birlikte orada yol alırım. Bu yolculuk bizi, bir nihayete ermesine tahammül edemediğimiz öyle anlara sürükler ki, gönlümüz tıpkı yeni kanatlanmış kuşlar gibi sevinç ve özgür duygular içindedir. Deneme, yani bizi peşinden sürükleyen bu arayış dolu tür, aslında kalbin daüssılasını haber verir, belki de içimizdeki bitmek nedir bilmeyen o ezelî gurbet hissini teskin eder. İşte bu yüzden kalbimizin en tatlı ve en heyecanlı atışlarına hem eşlik ve hem de şahitlik eder.

İnsana kendisiyle ve meçhul bir istikballe sohbet imkânı veren denemeyi hor ve hakir görmeye taraftar değilim. Kaderinde zifiri bir yalnızlık duran şu insanoğlunun ihtiyaç duyduğu zamanlarda, kendisini demlendiren ve bir muhabbet havasını harlayan şu deneme türüne yaklaşması, onunla sükûn ve huzur bulması az şey midir? Öyleyse, kendi kendimizle baş başa kalmamıza imkân tanıyan ve yine kendi içimizde yapacağımız cesur bir yolculuğa fırsat veren denemeye bîgâne durabilir miyiz?

Denemeye kendisiyle barışık bir insanın “aforizmaları” dememiz de mümkündür. Öyle ya, hayatından hiç de memnûn olmayan birinin size göstereceği, görmenizi ısrarla isteyeceği pek az şey vardır. Fakat sevgiyle dolu, yaşadığı tecrübeleri hasretle yâd eden insanların biraz da hatıra çeşnisi karışmış yazılarını ve anılarını zevkle okumaz mıyız? Nasıl bitip tükendiğini bilmediğimiz zamanın mahkûmları olarak, geride bıraktığımızı düşündüğümüz hâtıraları ve gönlün en ücra köşelerine bile buruk bir lezzet emânet eden onca yaşanmış şeyi görmezden gelemeyiz ve bu yüzden biraz da “kalemin limanı” demek olan denemeye sığınırız.

Deneme, en nihayet, koskoca bir kayanın üzerine çiziktirdiğimiz işaret çizgileridir. “Ben de yaşadım.” demenin edebiyattaki adıdır. “Hissettim, böyle düşündüm, belki de yanıldım.” demenin, diyebilmenin bir başka ifadesidir. O yüzden, günlük tutanlar ve hatıra yazanlar derhal fark ederler ki, üslup bir müddet sonra ister istemez deneme çeşnisine ulaşıyor. Örümceğin ağına yakalanan bir canlı gibi kalemin de denemenin elinden kurtulması giderek zorlaşıyor. Deneme nihayet bir iç döküş, hiç değilse bir iç çekiş vesilesi oluyor. Mektuplar, romanlar, hikâyeler, hatta serbest şiirin bazı formları galiba biraz da bu yüzden, denemenin müşfik kucağından beslenmiş ve orada büyümüşlerdir.

Eskiler şair geçinenlere “müteşair” derlermiş. Hak etmediğimiz bir pâyenin icra edebileceği hükmü, boşa çıkarabilecek müthiş bir sihriyete sâhiptir bu kelime. Ve hiç kimse bu vasfa hâiz olmayı istemez. Benim gibiler hâriç. Şâir olmadığımı bile bile içimdeki şiirin filiz vermesine mânî olamıyor ve onları sürekli buduyorum. Kafalarına vuruyor, nârin bedenlerini incitiyorum. İnanır mısınız, vicdanım sızlıyor. Fakat şiir diye yazdıklarıma bakıyorum da, kendime “müteşair” demeden öteye geçemiyorum. Ve bu yüzden, büyük bir şevk ile “ân”a düştüğümüz bu şerhleri yani denemeyi seviyor ve ona tutunuyorum. Kalbimdeki şiiri denemeyle teskin ediyor, onu bu kalem tecrübeleriyle ehlileştirebiliyorum. Onlar, eşya, hayat ve insanlar arasında akdedilmiş bir anlaşmaya uyar gibi gönlümden döküldükçe rahatlıyor ve huzur buluyorum. Çünkü onda kendimi, kalbimi, zaaflarımı ve faziletlerimi görüyorum. Bana hayatı şerh etmeyi öğrettiği için denemeyi bir kere daha seviyorum.
Günü gelir, hızın ve modernizmin elinde tükendiğimizde, bir zamanlar hayata düştüğümüz bu şerhlerin, insanlığın en derin ve en samimî hatıralarını dipdiri tutmaya yaramış bir formül gibi görüleceğini düşünüyorum. Belki de bir kapsül deneme, birkaç günlük insanî hayata yetecek ve unutmak denilen meçhul sonsuzluğun kopkoyu dalgaları arasında alabora olmuş beşerin, “isyankâr” gönlüyle “nisyânkâr” zihnine buruk bir hatıra tadı bırakacaktır. Kim bilir!

Kehânet-i müteşâirâne…

kalem tecrübeleri