Efe Hasan Öğünç'ün kaleminden "YALLAH"

TAKİP ET

Bayram münasebetiyle İstanbul sahillere kaçtı, ben İstanbul'a

Bayram münasebetiyle İstanbul sahillere kaçtı, ben İstanbul’a. 
Yediğim içtiğim, benim gördüklerimi yazayım… 
Ramazan bayramında İstanbul İstanbul olmaktan çıkmış, bir Suriye kenti gibi.

Her yer Suriyeli dolu. 
Gramerimize kaynak o güzelim İstanbul şivesi kalmamış. 
Varsa yoksa Arapça.

Eşime İstanbul’a gelmişken Eyüp Sultan’a gitmemek olmaz dedim ve hep birlikte Eyüp sultan’a gittik. 
Allah kabul gönlümüzce dua ettik. 
Kapıda her yaştan çocuk ve kadın Suriyeliler. 
Kirli avuçlarını açarak para dileniyorlar… 
Yaşlı bir İstanbullu Bayan dilenmeye gelen bir Suriyeli kadına kaşlarını çatarak sert bir şekilde “Yallah” diyor.

Teyze ile oturup sohbet ediyoruz. 
Doğma büyüme İstanbulluymuş. 
“Bitmiyorlar yavrum, çoğaldıkça çoğalıyorlar. Nereye gitsen bunlar” diyor. 
Teyze olağan üstü kibar ve Suriyelilerden dertli… 
Vatandaşlık verilmesine ateş püskürüyor. 
Bir Türk gibi olabilir mi bunlar… Onca derdin arasına neden bunlara bir de vatandaşlık verdiler. Ama bu ülkenin insanına ayıp değil mi?” diye de soruyor. 
Devlet işte teyze vardır bir bildiğim dediğim de “Ne devleti evladım, devletin oy kaygısı olur mu? Oy kaygısı yüzünden vatandaşlık veriliyor bunlara. Kendi devletine sahip çıkmayan bizim devletimize sahip çıkar mı?”…

Biz sohbet ederken yanımıza 12-13 yaşlarında doğu şivesi ile konuşan bir çocuk yaklaşıyor. 
Teyze çocuktan soğuk su ile mendil alıyor. Paranın üzerini “Tamam güzel yavrum, hadi üstü de senin bayramlığın olsun” diyor. 
Teyze sudan bir parça içiyor, bir parçada kâğıt mendil paketinden çıkardığı mendile suyu döküp “Bak bunlar bizim evladımız. Bunlar terörden kaçtılar. Ama dileniyorlar mı? Su satıyor, mendil satıyor. Bunlar bizim çocuklarımız. Bunların haklarını Suriyelilere vermek adalet mi? Hak mı? Vicdan mı?”

Eyüp Sultan Türbesi’nden Sünni inancına göre İstanbul’un, özellikle boğazın dört bekçisinden biri olduğu kabul edilen Aziz Mahmut Hudai hazretlerinin Üsküdar’daki türbesine gittik. 
Orada Trabzonlu bir balıkçı ile tanıştık… 
55 yaşlarında tam bir Karadeniz şivesi ile konuşuyor. 
Çocukları İstanbul’da imiş. Onlar Bayrama gelemeyince yeni doğum yapan kızını görmeye gelmiş. 
“Aziz Mahmut Hudai’nin denizcilere duası vardır. Ben her İstanbul’a gelişimde muhakkak uğrarım.” Diyor. 
Biz sohbeti koyulaştırdığımız sırada yine Suriyeli çocuklar kadınlar avuçlarını burnumuza sokarcasına uzatıyorlar. 
“Bak bunları görüyor musun, bunlardan Trabzon’da da bir sürü var. Dilencisi turistinden çok.”
Sanki Eyüp Sultan’daki teyze ile ağız birliği yapmışçasına aynı şeyleri söylüyor. 
“Gördün değil mi, bir tane Türkçe konuşmuyorlar. Birde bunlara vatandaşlık veriliyor. Sanki kendi fukaramızı doyurduk giydirdik, sıra bunlara geldi. “ elini ağzına götürüp dudaklarına koyduğu işaret parmağını oturduğumuz bankın kenarına sürtüp “Bak buraya kertiyorum, bunlar teröristten daha tehlikeli… Başımıza daha çok bela olacaklar. Bak bunu unutma” diyor. 
Eminönü… 
Kadıköy… 
Sirkeci… 
Nereye gitsen Suriyeli. Ufacık çocukların dilenmesine dayanamıyorum ama bu bayram kendimi İstanbul’da değil Irak’ta ya da Suriye’de gibi htim… 
Her yer Arapça konuşuluyor… 
Ve kızanlar Arapça öğreniyor, “Yallah” diyor…