Edebiyat Meseleleri - Yasin Şen

TAKİP ET

Bir edebiyatçı yaşarken bir şahsiyet, öldükten sonra artık bir tiptir. Onun yaşarken eserini besleyen şahsî ıstırapları, arayışları büyük ölçüde görmezden gelinir. Fakat onun eserini kalıcı ve devamlı kılan o şahsiyetin neler yaşadığı, neler hissettiğidir. 

Edebiyat tarihçiliğinin ne yazık ki her mevzuyu sıradanlaştıran ve metni ruhsuz hâle getiren, onu bir kelime yığını gören anlayışı yüzünden bir edebî şahsiyetin eriştiği irfanî bilgi ve duygu zenginliği görmezden geliniyor. Çünkü bu tarihî metinlerle meşgul olan kişilerin pek çoğu irfanî bilgiyi yaşamaktan ne yazık ki çok uzak. Dolayısıyla bu metinlerin ruhuna bir türlü nüfûz edilemiyor. 

Eski hocaların öğrencilerine aruzla şiir yazma görevi vermesini önemsemek lazım. Bunu, elbette o devrin ve şairlerin ruhuna, iç dünyalarına öğrencilerin aşina olmaları için yapıyorlardı. Dolayısıyla edebî metin dışarıdan değil içeriden, bizzat yazılıp yaşanarak anlaşılmış oluyordu. Bunu kadim kültürümüzün meşk anlayışıyla beraber düşünmek gerekir. Bir tür usta çırak ilişkisi yani... Bu, günümüzün akedemik anlayışının çok uzağında kaldığı bir mesele... Yüzlerce yıllık bir şiir geleneği ve edebiyat tarihiyle uğraşacaksınız ve şiirle, edebiyatla bir edip gibi fiilen meşgul olamayacasınız. Ben bunu anlayamam. Hem de o edebi metinlerin ruhundan uzak akademik araştırmaları bununla bir güzel ifade edebiliriz. 

Doğrusunu söylemek gerekirse oturup Osmanlı şiirinde hâlâ beşeri bir sevgili arayanlar, velev ki alanın en yüksek akademik payesini elde etmiş olsun, trajikomik bir biçimde mesailerini kısırlığa mahkûm etmektedirler.