Abazdağı'nda İnsan: Yasin Şen yazdı!

TAKİP ET

Abazdağı'nda çalışan bir insan, tabiatın kucağında, bir müzisyenin elindeki enstrüman gibidir. Durdukça size hiçbir şey ifade etmiyormuş gibi görünürken o, Abazdağı'nda içindeki mânâyı bir çalışkanlığa, bazen tâkâtini pek çok zorlayan gayretlere bürüyerek sergilemeye başlar. Peki, burada çalışmanın manası nedir? 

Çalışmak, hem içimizi hem dışımızı bürüyen bir anlam dünyasına sahiptir Abazdağı'nda. Burada insan görünüşte; fındık toplar, dağdan odun getirir, patates söker, fındık bahçalar, odun eder, çilek toplar, elma döker, pekmez kaynatır, turşu kurar, kolan örer, çadır kurar, ev yapar, sepet örer, yük taşır, fındık çuvallar, binek hayvanını yükler, hayvan güder, su getirir, yemek yapar, bulaşık yıkar, ağaçlara çıkar, türkü söyler… 

Bütün bunların her biri Abazdağı’ndaki hayatın görünen tarafıdır. Bir de çalışmanın iç seyri vardır: Burada insan; hayal kurar, tefekkür eder, endişelenir, üzülür, umut eder; kısaca onu içten çalkalayan bütün hisleri yaşayabilir, fakat onlara teslim olmaz. 

Abazdağı, kendinde sevgiyle çalışan insanı arar. Burada dolu dizgin akıp duran bir hayatiyete kendiğinden ve itirazsız bir biçimde dâhil olabilen bir insanı bekler. Niçin peki? Çünkü her şeyde olduğu gibi dağ ve insanı bütünleştiren duygu sevgidir. Burada severek çalışmak Abazdağı’ndaki insanın kendi içinde derinleşmesine, dağın ise bir insanda kendi kemâline giden bir yolculuğu görmesine yardım eder. Sevgi ve çalışmak, dağ ile bütünleşmemizi sağlar. 

Sevmediğimiz bir şeyi yaparken veya elimizdeki bir işten kurtulmaya çalışırken önce ânı, sonra zamanı öldürüyoruz. İşlerimiz baştan ölü doğuyor yani. Eylemlerimiz ve yaptıklarımız sistemin hayatiyetine dâhil olamıyor. Bu durum, giderek hayatta bezginliğin, hiçbir şeyden zevk alamamanın sebebi olmaya başlıyor. Basit görünen işlerdeki sevgi eksikliği, bir işe dört elle bizi sarılmaktan mahrum eden şevksizlik, işlere kendimizi veremeyişimiz giderek hayatı umarsızca tükenen, yaşamı kendisinden kurtulmaya çalıştığımız acı bir süreç hâline getiriyor. Bunun çaresi severek çalışmada ve yaşamada, sevgiyle yiyip içmede, muhabbetle iş yapabilmededir. Dem bu demdir anlayışı ile ânın bize getirdiklerini kabul edip hayatın mükemmelliğine hizmet edemebilmededir.
Bilgece bir terbiyeden geçmiş bir insanın, en sonunda elde ettiği en önemli bilgilerden biri herhalde kozmik işleyişle yani evrenle bütünleşebilmektir. Hiçbir itirazda bulunmadan bu harikulade işleyişe dâhil olabilmek, mükkemmele, en mükemmele doğru gücümüz ve imkânlarımız nispetinde hep bir seyir hâlinde olabilmektir. Fakat bu öyle güç bir mesele ki, bu zorluk daima tökezlememizin de en büyük sebebini teşkil etmektedir. 

Bir bütün olduğunu hissetmek, o bütüne hizmet etmek tabiatın bilge olmasının sebebidir. Temizlenen bir bilinçte ve hesabı görülmüş bir nefiste en olgun anlamda bir bütünün devamı hatta o bütünün kendisi olduğu hissedilir. Bu, bilgeliğin de kemal noktasında hissedilmesidir. Bu yüzden böyle bir insan her şeyiyle bir çalışma hâli içerisindedir. Diğer bir ifadeyle mikro âleminde temsil ettiği makro mükemmelliğe kendi kendine hizmet etmektedir. Böyle bir insan âleme hizmet ederken anlar ki, kendine yardımcı olmaktadır. Kendi mükemmelliğini ortaya çıkarmada, kendi hakikatini işlemektedir.
Bu yüzden ve böyle düşününce anlarım ki, Abazdağı’nda bir insan, çalışırken içimizde daima aradığımız bir itminanı bulur ve bunu doyasıya yaşar. Bu bir bütünün, büyük bir vücûdun devamı olduğumuzu, dağın dervişçe hâlinin zevkini en kâmil anlamda bizde yaşadığını hissetmesi demektir. Buna sebep dağın yalnızlığı ve insanların gurbetidir.
İnsan gurbetini ne kadar hissederse mekân o kadar yalnızlaşıyor. İsterse her yer insan ve eşya ile dolu olsun. Fakat daima içinde gurbeti yaşatan bizler onu burada, dağın kucağında teskin ederiz. O bizim garipliğimizi, sıla hasretimizi dinginleştirir; bir vatan toprağının kendisinden beklenen bütün duygu yoğunluğunu ve derinliğini bize burada yaşatır. 

Abazdağı’nda çalışan bir insanın yüzünde bir itminan duygusu hemen hissedilir. Bu insan ancak çalışarak sükûnet bulmaktadır. Bu ona bir “rızâ” hâlini de vermektedir. Belki de hiçbir şey bir insanın yüzünde okunan kendinden ve başkalarından râzı olma hâlindeki dinginliği ve huzuru veremez. 

İnsan, Abazdağı’nda önce yaşamak ve sonra yaşatmak için çalışır. İster yaşıyor olsun isterse göçmüş, burada en çok hissedilen şey çalışan insandır. Ve dahi beni bunları yazmaya sevk eden şu hâlimin en derinlerinde o insanların çocuğunu, torununu büyütmek, beslemek için yaptıkları şeylerdeki sır gizlidir. İster buna gönül sırrı deyin, ister bir muhabbet duygusu… Beni onlarla bütünleyen şeydir bu. O çalışan, dâimâ çalışan insan yazılmalı, destanı gönüllerde hissedilmeli, yüzünden akan ter bilinmeli, susuzluğu bizi de susatmalıdır. Yoksa bu aziz topraklar üzerinde coğrafyayı vatan etmek üzere çekilen çileleri, ödenen bedelleri bilmemizi ne mümkün kılabilir?
Zannediyorum ki, Abazdağı’na kendimi bu kadar yakın hissetmemin sebebi onda gönlümün arzuladığı ve olmayı istediği ideal insanı bulmamdır. Vakur, sakin, çalışkan, gönlü yüce fakat mütevâzî insanı… İnsan burada ağaç kovuklarındaki saf yağmur suları gibi birikir, rüzgar gibi hafifler, derelerin suyu gibi coşar, yaprak gibi sakinleşir ve nihayet derin bir hayatiyete dâhil olur. Yani o burada yaşama hissinin içini bürüyüşünü iliklerine kadar hisseder.
Abazdağı’nda insan yıkanır, arınır ve temizlenir. Bu tıpkı bedenimizin yağmurun altında kalışı gibidir. Yağmuru severseniz içiniz yıkanır… Abazdağı’nı severseniz ve muhabbetle çalışırsanız ondaki bütün müşkiller sizi içten yapan bir kuvvet hâlini alır. 

Bu dağ bir dekordur. Abazdağı’nda insan bu dekora bir hayatiyet katar. Onun gelişi mekânı harekete geçirir, zaman duyulmaya başlar, hareket belirir ve insan yavaş yavaş bu tabiatla bütünleşir. Burada dağ ile insan tek bir uzviyette bir araya gelir. Sanki bir vahdet hâli ve neşesi yaşanır. Mesela İzzet Emmi’min burada ağaçları tek başına nasıl devirdiği, bahçeleri nasıl açtığı, tomrukları yerinden nasıl söktüğü hâlâ söylenmektedir. Burada o hâlâ vardır. Zikri dillerdedir. Kim bilir, bu hatırlayış belki bir başka âlemde yaşayışın ta kendisidir. 

Abazdağı, insanı çalıştırarak var ediyor. Bu, hâlâ böyledir. Toprak gayret yani hep bir bedel istiyor. Eminim ki, bu çalışmayı başka yerde sergileseydi köylü çok zengin olabilirdi. Abazdağı bizi zengin etmedi ama kimseye muhtaç da etmedi. O bizim irademizi hep zorladı ve güçlendirdi, bizi içeriden muhabbetle yaptı. 

Orada yaşayan bir geçmişe dönüp bakıyorum da, biz burada müşterek olarak bir insanı mamur etmeyi istemiş ve bunu biraz başarmışız. Herkes az veya çok kendinde yaşattığı faziletleriyle orada kâmil bir insanı biriktirmiş, onu Abazdağı diye ifade etmiş. Biz bilmeden, bunu pek fazla hissetmeden bir dağ bizden istediği bütün bedellerin karşılığını yine insana, hem de aziz ve mübarek bir insana takdim etmiş.