Abazdağı'na Şiir - Yasin ŞEN

TAKİP ET

Abazdağı'nı yazmak ve onu satırlara taşımak isteyen, içimde giderek büyüyen bir arzu ve mütereddit bir kalemim vardı. En iyisi bu kaleme biraz çeki düzen vermek ve yazmaktı. Zaten Abazdağı da yazılmayı istiyor ve bunu benden bekliyordu.

Abazdağı bir şiire dönüşmek için insana dolu dizgin akan duygular takdim eder. Çünkü insanın ve bu engin tabiatın bütün faziletleri burada, bu yüce dağda birikmiş, baharda coşkun akan derede yunmuş arınmış, boz toprağın bereketli hayatiyetine bürünmüştür. Bütün bunlar aslında bir şiire dönüşmek için şairini beklemektedir.

Öteden beri insanların ilgisini üzerinde toplamayan, yalnız, bîçâre, ıssız, hatta bazılarının hakaretle baktığı şeylere, kimselere ve yerlere ilgi duydum. “Acaba burada gözlerden saklanan şey nedir?” diye düşündüm. Genelde bu bana çok hayırlı dönüşler ve bir tefekkür imkânı sağladı. Zaman zaman içime yönelmemi temin etti. Bir bozkır, bir çayırlık, bir dağ ve yaşlı bir insan bana birçok lütuflarla geldi. Onlarda mevcut bulunan mânâya yolculuklar sayesinde içimdeki dünyaya beni daha âşinâ kıldı.

Eşyaya, olaylara ve insanlara bir mecaz penceresinden baktıkça bu kaçınılmazdır. Abazdağı da benim için aslında kıymetli bir mecaz oldu. Esasında kıymetli olan, dağın ısrarlı bir biçimde anlattığı şeylerdir. Burada şu da hemen anlaşılıyor ki, bir mecazdan söz edildiği zaman içe dönüşten de bahsedilebilir. Bir şeyin mecaz olduğunu söylemek o şeyin hakikatini çözmek istemeyi de beraberinde getiriyor. Abazdağı bir mecazdı bizim için…

Bu küçük kitap gözlerden ırak, çalışma mevsimi hâricinde kimselerin pek uğramadığı, uğrayanların da durmadığı bir yer için, aziz ve mübarek bir dağ olan Abazdağı için kaleme alındı. O, coğrafyası çetin, yamaçları dik ama hep güzel, bereketli, vefalı ve cömert idi. Hâlen de öyledir.

Bu yazıların bir vefa hissi ile ortaya çıktığını söyleyemem. Abazdağı’na vefayı nasıl gösterebileceğimi bilemiyorum. Bu küçük bir teşekkürdür. Havasından, fındığından, meyvasından, suyundan, çeşmesinden, ağacından, gölgesinden nasiplendiğimiz aziz bir dağa duyduğumuz bir teşekkür borcu…

Zaman geçtikçe tecrübe etmediğim veya benim bizzat yaşamadığım birçok hatırayı ve insanı kendimde bulmaya başladım. Hiç ummadığım bir yerde ve zamanda zihnimde onların hatıraları, sözleri canlanıyordu. Belki bunun yukarıda anlatmaya çalıştığım hislerimle yakın bir ilgisi vardı. İçimin bazen karmakarışık olmasının sebeplerinden birisi de budur. Bu karışık dünyanın içinde Abazdağı bir vefa duygusuna en lâyık olanlardan biri idi. Ben burada ona yaklaşmaya çalıştım. Çünkü onu anlattıkça sevdiklerimi de anlattığımı fark ettim.

Abazdağı’nda kelimeleri zaptedilmemiş bir şiir gizlidir. Bu kelimeler oldukça hercâî, kendi hâlinde ve kimselere eyvallahı olmayan şeylerdir. Bunu ve onların varlığını hissediyorum. Fakat onu, bu dağınık şiiri kalemime aksettiremiyorum. O şiiri yazamasam da ondan burada bahsetmek istedim. Fakat o bir gün yazılacak. Elbette onu kalemine aksettiren güçlü bir şair çıkacak ve Abazdağı’nın muhteşem yalnızlığında gizli dolu dizgin duyguları ve mısraları hissedecek.

Bu şiir yazıldığı vakit bir destana da dönüşebilir. Baharda coşkun akan dereler ve ırmaklar gibi çağlayabilir, selin teslim aldığı bir ırmak yatağı gibi genişleyebilir, bir yaz yağmuru gibi sıcacık hislere bürülü olabilir, bir karaduman edasıyla şairini hemencecik kavrayabilir… Onun nasıl geleceği pek belli olmaz. Fakat bir gün o şiir gelecek ve yazılacaktır.

Elbette bir şair bu yüce dağın yalnızlığına itiraz edecek, onun bereketini ve merhametini mısralara dökecek ve Abazdağı’nın üzerinde yaşayan her şeye duyduğu coşkun şefkatine şiirini tanık edecektir. Aslında bu türden duygular, başka şiirlerde, türkülerimizde, destanlarımızda açık açık beyan edilmiştir. Fakat ben bunun Abazdağı için de yazılmasını istiyorum ve temenni ediyorum.

Yukarıda Abazdağı’nın bendeki mânâsının ve yansımalarından birinin gurbet hissi olduğunu söylemiştim. Bu şiirin altındaki mânâ asıl itibariyle bu gurbet hissidir. Eğer gurbet varsa şiir de vardır. Galiba bu şiir Abazdağı’nda değil de hüznü gönlü iyiden iyiye bürüyen bir gurbette yazılacaktır.

Şiir, zaten hep var olagelen eşsiz bir âhengi en olgun anlamıyla hissedebilmek ve bunu kelimelerle tespit edebilmek demektir.

 Abazdağı’nın ihtişamı onun âhenginin belirgin surette bizi kuşatmasından ileri gelir. Dolayısıyla dağın bir yüzü hep şiire bakar.

Abazdağı sadece yeryüzünde münzevî hâlde yücelen bir dağ değildir. O, ayrıca henüz yazılmamış bir şiirdir. Onu hisseden biri gelene, o şairini bulana kadar bu şiir yazılmayacaktır. Bu yalnızlığı, sessizliğin sesini, ormanların heybetini, gökyüzünün verdiği hür duyguları, ağaçları, karşı dağları, çalışan insanı, yer yer ümmîleşen duyguları ve bu tabiat zemininde yükselen daha nice düşünceyi bir şair gelip hissedene kadar burada, bu eşsiz tabiatta onun şiiri saklı kalacaktır.