Abazdağı için sonsöz - Yasin ŞEN

TAKİP ET

İnsan benliği yükseliyor. 'Bilme'nin zevkini en mütekâmil anlamda yaşamak için ona türlü lütuflar, yücelikler ve imkânlar ihsan ediliyor.

Yalnız bunun külfeti egomuzun eylemlerimizin temelinde yer edinmesi, hasbîliğin her geçen gün azalması ve başardığımız şeylerde bir put gibi enaniyetimizin belirmesidir. Bu “bilme” zevkinin çağımızda ulaştığı zirvenin herhalde bir bedelidir.

Gönüller parçalanmış, nefsimiz şâha kalkmış, egomuz bir âteşgede gibi tutuşmuştur. Bu, insanın hakikatine ters olduğu için yaşamak bazen tahammülü çok zor vicdâni bir yük ve derin bir azap hâline geliyor. Bu noktadayken insan aslî vazifesine, tefekküre dönüyor ve içindeki bensiz ben’le karşılaşıyor. En azından hiç de yalnız olmadığını anlıyor.

Eğer içinizden bir davet duyuyor, tefekkürün ve yalnızlığın yumuşak ısrarı zihninizi yokluyorsa bu çağrıya uyun ve bir şükür gibi sizi binyıllardan beri yapan, biriktiren, kemâle erdiren şeylere hürmet besleyin. Bu herhalde çok aziz bir nimettir. Ödenen nice bedel, bu güzel huzuru yaşamamıza engel olmamalıdır. İçimizin âhengini bir çiçeğin, ağacın, dağın görünüşünde; onların heybetinde, suyun sesinde ve nihâyet yaradılan her şeyi sevmede aramak az bir nimet midir! “Bunu sen yapabildin mi ey müellif?” dediğinizi duyar gibiyim. İşte burada bunu denedim. Beni bütün samimiyeti ile varlığımın temelindeki safiyete, mutluluğa, yakınlığa ve irfana çağıran bir dağın çağrısına uymak istedim. Bu kitapta bazen bir şiir hükmünde, bazen bir hatıra çeşnisinde bu çağrının bende uyandırdığı duyguları ve akisleri buraya yansıtmaya çalıştım.

İnsan, etrafındaki işaretlerle harekete geçen iç içe geçmiş nice âlemlere sahip ki, bu âlemlerin ne olduğu bizce hâlâ çok meçhul. Çünkü insan hâlâ çok katmanlı, çok boyutlu bir varlık... O hâlâ çözülebilmiş değil. Herhalde olması gereken de bu… “Bilme” zevkinin kâmil anlamda devam edebilmesi için gâliba insanların bazı hakikatlere uzak ama onlara doğru hep bir seyir hâlinde olması gerekiyor. Fakat ya ferdî olarak… İşte burada işler karışıyor. İnsan, yatağını bulamazsa dağlardan dökülen ve arzın üzerinde perişan akan sular misali yitip gidiyor.

Gönlünde kımıldanışları olan bir insanın yapacağı ilk şey tefekkürdür. Bu tefekkür için en müsait bir zemin ise ya gecenin koyu karanlığı ya da insanın kanını coşturan bir tabiattır.

Bu kitap bir dağın üzerinden kendimi okuma denemesidir. Dağ bana neler söylemiş, fısıldamış, hangi duyguları telkin etmiş, hangi demlerimi tefekkürle beslemiş bunu yazmaya çalıştım. Bununla önümüzde yükselen ve bize hep orada duracakmış gibi gelen, kıymetini bilemediğimiz, hakkını vererek sevemediğimiz şeylerin, çoğu zaman şükrü eda edilemeyecek nimetler hükmünde olduğunu anlatmaya çalıştım.

Abazdağı benim için bir imkândı… Türlü müşkilâtına katlandığım, zorlandığım, yorulduğum fakat bana dönüşleri hep güzel bir imkân… Bu kitap bir çiçek, ağaç veya bambaşka bir şey üzerinden de yazılabilirdi. Ben Abazdağı’nı tercih ettim. Kendime yakın, dost, samimî ve onu ârif bulduğum için… Üstelik onda saydığım ve sevdiğim diğer şeyleri de bulabildim…

Daima silik, çok silik yaşadığımız hayatta huzurun ve saf bir zevkin en mübarek ve insana en gerekli duygular olduğu hususunda artık bir tereddüdüm yok. Fakat bunları vicdanımızı yaralayan şeylerle avuttuğumuzda ömrümüz ne yazık ki, boşa kürek çekilen bir derya ortasında akıntıya kapılmış çaresiz bir tekne hükmünde kalıyor.

Bugün bu düşünceleri kendimde el yordamıyla aradığımı düşünüyor ve bana iyi gelen duygularla buluştuğumu zannediyorum. Abazdağı’nı yazmam gerektiğini söyleyen sese kulak verdim ve çağrısındaki mesuliyetin gereğini yerine getirmeye çalıştım. Elimden daha iyisi gelseydi onu yapardım. İstediğim şey, yaşadığımız vatanın şiirini kaybetmeden onu sevmek ve ona bağlanmaktır… Vatan zaten sevilen ve uğrunda nice bedeller ödediğimiz coğrafya değil midir! Anladım ki, Abazdağı onu sevemeyenler için çetin bir coğrafyadır. Benim için ise aziz bir vatan toprağı…

Trabzon’da türlü mihnetlerle açılan tarım arazileri için “vatan etmek” diye bir deyim kullanılırmış. Bu ifade, coğrafyanın çetin, zor, insan tâkâtini çok zorlayan yerlerde gösterilen gayreti, çekilen zahmeti ne güzel anlatır! Bedelini ödediğimiz topraklar vatan edilmiştir. Anladım ki, büyüklerim Abazdağı’nı vatan eylemişlerdir.

Biz bu dağları, ovaları, bozkırı, tepeleri sadece kanımızla sulamadık, sırf üzerinde can yakan gayretler sergilemedik; onları gözümüz ve gönlümüzle de besledik! Bunu da Abazdağı gibi tenha, geçmişi en az bugün gibi taptaze, nice bedellerin karşılığında birkaç nesli ihya etmiş, muhteşem tabiatının gölgesinde nefis rızıklarıyla bizi doyuran bir dağ üzerinden göstermek istedim.

abazdağı yasin şen